Niçin Allah’a inanıyoruz?
Kitaplar bir mananın ifadesidirler. Bir
gaye için yazılırlar kâinatta binlerce manaları ifade eden harika bir kitaptır.
İnsanların
akıl ve düşüncesi
önüne konulan bu büyük kitabın sayfaları fevkalade muhtesem sırlarla doludur.
Gelin isterseniz bu sayfaların bazıları
arasında bir gezintiye çıkalım. Önce üzerinde yaşadığımız
toprağı, sonra
suyu, daha sonrada ise güneşi
ve insanı tanıyarak bunların Allah’ın varlığına
nasıl delil olduklarını görelim.
Allah’ı gösteren deliller
1-
bir avuç toprak
Biz insanları üzerinde gezdiren, ekip biçtiğimiz toprak basit ve yoğundur. Her türlü
hayat belirtisinde uzak ve donuktur. Fakat bir avuç toprak, hele bir de verimli
menderes ovasının humuslu toprağı ise, hangi bitki
tohumu düşerse düşsün bir süre sonra
filizleniyor. Karpuz tohumu karpuz, pamuk tohumu pamuk, domates tohumu domates
oluyor. Bir bahçıvan biraz yaşlı ve hafızası da
kuvvetli değilse tarlasının hangi tarafına hangi sebze tohumunu ektiğini unutabilir. Fakat akılsız, şuursuz (bilinçsiz) toprak unutmuyor: karpuz tohumu karpuz,
pamuğu pamuk... Olarak aynen çıkarıyor. Aynı toprak, büyüklükleri
ayrı, renkleri ayrı, kokuları değişik tatları başka başka olan binlerce bitkiyi karıştırmadan
şaşırmadan aynen çıkarıyor.
Acaba
toprağın
içinde yeryüzündeki bitkilerin sayısı kadar fabrikalar mı var? Her bitkinin
planı, programını özelliklerini biliyorlar, şaşırmadan
karıştırmadan
mı üretiyorlar?
Elbette ki 21. Asrın fen ve tekniği ile insanoğlunun bile yapamadığı bu harika ürünler akılsız,
şuursuz
toprağın işi ve benzeri olamazlar.
Ancak toprağın
her zerresine (atomuna) hükmeden kudreti sonsuz bir yaratıcının eseri
olabilirler.
Bakınız yüce Allah bu gerçeği nasıl açıklıyor:
“ektiğinizi
(tohumu) gördünüz mü? Onu siz mi bitiriyorsunuz (yeşertiyorsunuz) ? Yoksa
bitiren biz miyiz? Eğer
dileseydik, onu kuru bir çöp yapardık, hayret eder verdiğiniz emeğe pişman olurdunuz.” (vakıa
suresi ayet 63–65)
Toprağı
iyi araştıran
batılı botanik bilginlerinden pek çoğu
bu vesile ile Allah’ın kudreti karşısında
hayretlerini itiraf ederek o’na iman etmişlerdir.
Bunlardan prof. Dr. Lestermen şöyle
der: “toprakla ve bitkilerle ilgili araştırmalarımda derinleştikçe Allah’a imanım da
o nispette arttı ve o’nu takdis ederek hayretimi ve tazimimi (saygımı) ifade
eden secdelere vardım.”
Yine Edison bir keşfiyle ilgili olarak şunları söylemektedir.
“hiçbir keşif, otların toprağı yarıp (bazen taşı yarıp) çıkması kadar
muhteşem olamaz.
Çünkü otlar bana göre Allah’ın en büyük mucizeleridir” (gerçeğe doğru sh. 16)
Evet, ipek gibi yumuşak ve ince köklerin
elmas matkapların bile delmekte zorlandığı
sert kayaları kolaylıkla delmeleri, elbette kendi kudretiyle değildir.
2-
bir damla su
Bir gün yağmur yağdığında
başınızı
gökyüzüne doğru
çevirip baktınız mı? Minik bir yağmur
damlası yüzlerce metre yukarıdan gittikçe artan hızlarla ye kadar inseydi adeta
bir mermi gibi delici ve tahripkâr olacaktı. Böyle bir durumda yağmura “rahmet”
diyemeyecektik. Çünkü her yağmurdan
sonra bir felaket meydana gelecekti.
İşte
o yağmur damlası
“yerçekimi” kuvvetine adeta isyan edercesine limit hız kanunlarına tabi olarak
düşüyor. Usulcacık
incitmeden, yıkmadan, yıpratmadan astrofiziğin
verilerine göre gökten dünyamıza her saniyede ortalama 17 milyar ton suyun düştüğü düşünülürse her an dünyanın
birkaç bölgesinde “felaketler” kaçınılmaz olacaktı. Hâlbuki böyle olmamıştır. Rabbimizin
merhameti ile zararsız halde usulca indirilmektedir.
Özellikle kış mevsiminde yağan kara dikkat ettiniz
mi? Bunlara da yağarken
başınızı kaldırır
bir bakınız. O kadar hassas bir ölçü ve intizamla yere iniyorlar ki, şiddetli rüzgârlar onların
intizamını bozmuyor, tanelerini birbirine çarparak birleştirip zararlı dev
kütleler halinde yeryüzüne indirmiyor. Öyle olsaydı binalar büyüklüğünde karlar başımıza yağsaydı ne yapardık? Aynı
ilahi kanun ve intizam burada da işliyor.
Karda rüzgâra ve yerçekimine isyan edercesine yavaş yavaş incitmeden başımızı okşarcasına yere iniyor.
İşte
yağmur ve kar
yüce rabbimizin rahmet ve merhametini damlaları sayısınca bizlere gösteriyor.
Yeter ki azıcık düşünelim
ibret alalım.
3-güneş
"güneş de (Allah’ı gösteren ilahi bir delildir
ki) kendi yörüngesinde akıp gider. Bu her şeyi
bilen Allah’ın takdiridir. (Yasin suresi 58)
"güneş dev bir ateş kütlesi idi korkunç
bir patlama oldu gezegenler ve dünyamız ondan koparak uzay boşluğuna dağıldı ve bu günkü
konumlarını aldı hepside başladılar
kendi kendine dönmeye..." ilkokulda çocukken güneşin ve gezegenlerin
meydana gelişini
böyle öğrendik.
Şimdi
biraz düşünelim
patlama niye oldu? Gök boşluğunda ipsiz direksiz
dönen gezegenler neden yere düşmedi?
Dünyanın 23,5° eğim
açısı nasıl oldu?
Efendim çekim kuvveti... Nedir bu çekim
kuvveti akıllımı, ilim sahibi birimi? "çekim kuvveti” diye meseleye bir isim
takınca konuyu izah ettiğinizi
mi sanıyorsunuz?
Neden 25 değil de 23,5° ( 23 derece
27 dakika)
Niçin dünyanın güneşe uzaklığı 149 000 000 km.
Biz bir portakalı bile elimizi uzatarak
bir saat müddetle tutamayız, kolumuz yorulur bırakınca yere düşer. Peki de güneşi ve gezegenleri tutan
yok mu?
Bilimsel verilere göre güneşin merkezindeki ısı
15milyon santigrat dereceyi bulmaktadır. Dünyamız ise güneşe biz insanların yaşamına en uygun bir
mesafededir. Bu mesafe hayret verici bir şekilde
sabit kalmaktadır. Şayet
güneş şu anda verdiği ışınların yarısına
vermeseydi donardık. Buna mukabil ışınları
bir buçuk kat artsa veya dünyamıza biraz daha yakın olsaydı çoktan kül olurduk.
(a.cressy morrison mon does not stand alone ter. B. Topaloğlu sh. 24,25)
yine
dünyanın 23,5° bir açı ile eğik
olması da hayret vericidir. Bu eğimle
mevsimler meydana gelmektedir. Eğer
böyle olmasaydı. Kuzey ve güney kutbu daima karanlıkta kalacak ve okyanuslardan
yükselen su buharı yolunda buzdan meydana gelmiş kıtalar olacaktı.
Herhalde akılsız güneş, kendiliğinden biz insanları tanıyarak,
ihtiyaçlarımızı bilerek bizlere acıyarak bu günkü uzaklığında durmadı ve
durmuyor.
Öyleyse o’nu bizi tanıyan ihtiyaçlarımızı bilen birisi gök
boşluğuna takmış olabilir.
Yine astrofizik verilerine göre güneş merkezinde cereyan
eden termonükleer reaksiyonlarla her saniyede 564 milyon ton hidrojen 560
milyon ton helyuma çevrilmektedir. Bu hesaba göre dünyamızın sobası olan güneşin bir günlük masrafı
53 222400 milyon ton hidrojen olarak tespit edebiliriz
Daha basit olarak kabaca hesap edecek
olursak şayet
güneş olmasaydı
bir günlük enerji için dünyamızın dağları
kadar kömür dünyanın hacminin bin katı kadar odun yığınları lazımdır. Bütün
bu hesapların güneşin
bir günlük masrafına eşdeğer olduğunu da unutmamalıyız.
Jeofiziğin tespitine göre 16 milyar senedir
dünyamızı ısıtan aydınlatan güneşin
enerjisi nereden geliyor? Kim temin ediyor? O'nu odunsuz kömürsüz gazsız yandıran
kim?
En kaliteli bir soba bile bir iki ay yanınca
boruları tıkanıyor. Küçük bir lamba dahi düzenli bakılmazsa sönüyor. Peki, güneşe bakan kim? Onu issiz
dumansız yandıran hangi kudret?
Başından
beri gördüğümüz
gibi "bizi yaratanı" kabul etmeden yapılan bütün açıklamalar yetersiz
ve sönük kalıyor. Peyami Safa’nın dediği
gibi Allah fikri öyle bir güneştir
ki, onsuz her izah karanlıkta kalır.
Her halde akılsız şuursuz güneş bize acıdığından, merhamet ettiğinden ihtiyaçlarımızı
bilerek isteğimize
tam uygun olan bu harika işleri
kendiliğinden
yapmaz.
Güneş
kendi hesabına değil,
bizleri yaratan sonsuz kudreti ve merhametiyle bizleri bu alemde yaşatan Allah’ın emri ile
ve izni ile bize hizmet ediyor, ettiriliyor. Dünyamıza sobalık ve lambalık yapıyor.
Öyle ise bizde güneşi
bizim emrimize veren Allah’ı tanımalıyız bizden ne istiyor bilmeliyiz ve şükranla ona secde
etmeliyiz.
4- insan
"insan kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmez mi ki bir
düşman kesilir.”
(yasin 77)
Allah insan anne karnında şekillendirmiş organlara en güzel şekli vermiştir. Bu organlardan bazılarının
üzerinde durmak insanı daha iyi tanımaya yarayacaktır.
Gözler açtı tabakaları sıraladı. Şeklini, rengini görünüşünü güzelleştirdi. Göz kapakları
ile onları koruma altına aldı. Sonra kulakları yarattı. Duyduğunu muhafaza ve dışarıdan hücum eden şeylerden korunması için
orada acı su yarattı. Sesleri toplayıp içeri vermesi için kepçesini yarattı.
Aynı zamanda uyurken kulağına
bir haşeremi
girecek olursa bu girinti ve çıkıntılardan yürürken uyanmasını kolaylaştırır.
Sonra yüzün ortasında bir çıkıntı olarak
burun yarattı. Burun deliklerini açtı, ona koku alma duygusunu yerleştirdi. Böylece yiyip
içeceği şeylerin kokusunu alır,
iç rahatlığını
bulur sonra ağzı
açtı kalpte olanları ifade eden dili yarattı. Anneden süt emerken anne
incinmesin diye sert dişleri
kesmek, koparmak ve eritmek için belli bir dönemden sonra yarattı. Köklerini sağlam uçlarını keskin ve
sivri yarattı. Renklerini beyaz yaptı ve muntazam şekilde dizdi. Adeta
inci dizisini andırır.
Dudakları yarattı ve renklerini güzelleştirdi. Bu sayede ağız örtüldü ve konuşma imkânı ortaya çıktı.
Hançeleri yaratarak ses çıkması için onu ayarladı. Dilde hareket etme gücünü
yarattı. Muhtelif mahreçlerden kesik kesik sesleri çıkartarak anlamlı bir şekilde ifade edebilme
kabiliyetini verdi. Sonra mahreçleri de muhtelif şekillerde kimini dar kimini geniş kimini ince olarak
yaptı. Bu sebeplerle çeşitli
sesler e meydana çıkmış
oldu. Hiç kimsenin sesi diğerine
benzemedi. Bunun için karanlıkta bile insan bir başka kişiyi sesinden tanır.
Sonra başı
da, yüzü de sakal ve kaşlarla
ve gözleri kirpiklerle süsledi.
Sonra iç organları yarattı. Her birine
belirli bir iş
tahsis etti. Mesela mide gıdayı hazım için ciğer gıdayı kana geçirmek için dalak, öd
kesesi, böbrekleri, ciğerleri
hizmet için yarattı.
Sonra Allaha Teala maksada uygun
uzunlukta kolları, bunların ucunda geniş
bir şekilde el
ve ayakları bunların ucunda da beş
parmağı yarattı.
Her birine üç boğum
yaptı. Dört parmağı
bir sırada bunların hepsine uğrayabilmesi
için başparmağı da bunların karşısında yarattı. Eğer bütün insanlar bir
araya gelseler de bu parmakların diziliş,
küçüklük-büyüklük, eklem ve şekillerinden
daha uygun bir şekil
arasalar kesinlikle bulamazlar? Çünkü el bu tertiple tutmağa, alıp vermeğe elverişli olabilir. Avucunu
açarsa bir tabak halinde istediğini
koyabilir kaparsa dövme aleti olarak kullanabilir. Yarı yumarsa bardak şeklini alabilir.
Sonra birde hususi dayanak ve ince şeyleri alabilmek için
icabında kaşınabilmek
için parmakların ucunda tırnakları yarattı. Bedendeki organların en adisi sayılan
tırnaklar bir insanda bulunmasa sonrada kaşınmak
istese insanların en acizi haline gelirdi. Zaten kaşınan yere hemen gider.
Fakat başkasına
kaşınan yeri
buldurmada güçlük çekilir.
Bir parçada kâinattan bahsedelim.
Kur’anda Allah “ ey insanlar, sizi yaratmak mı daha zordu göğü yaratmak mı? Ki onu Allah
bina edep yükseltmiş
ve ona şekil
vermiştir.
(nazlat 27,28) aslında bütün azamet ve ihtişamıyla
göğe değil, göğün yaratıcısına ve onu
nasıl yarattığına
ve sonrada direksiz olarak onları nasıl tuttuğuna bakmak gerekir. Bütün yeryüzü bir
mesken gökyüzü onun örtüsü gibidir? Süslü yaldızlı ve işlemeli bir köşke giren ona hayran kalır
ömrü boyunca ondan bahseder. Oysa Allah’ın bu muntazam evine, bu evin yerine,
örtüsüne, havasına içindeki insanı hayrette bırakan süs eşyalarına acayip canlılara
çeşitli işlemelerine bakıp
hayretler etmek gerekmez mi? Acaba o ev bundan daha mı süslüdür. Tıpkı hükümdarın
güzel bir sarayın altında yuva yapan ve yuvadan çıkan karınca gibi karınca ev
sahibi ile konuşmaya
gücü yetse ancak kendi yiyeceği
– içeceğini
dile getirirdi. O muntazam saraydan haberi bile olmazdı. İnsanın bütün bunları düşünmesi ve başıboş olarak yaratılmadığını anlaması gerekmez
mi?
5-peygamberler
Yolda karşılaştığımız, tanımadığımız çelimsiz bir adam
bize ileride yol üzerinde bir tehlikenin varlığından haber verse umursamazlık edemeyiz
korkar endişeleniriz.
Hâlbuki haber yalanda olabilir.
Oysa Allah’ın varlığını bütün alemin tanıdığı insanlık tarihinin
altın simaları olan peygamberler haber veriyor. Peygamberimiz (s.a.v.)'İn ifadesi ile sayıları
124 bini aşkın
(s. Taftazani şerhül
akaid s. 169) olan binlerce peygamber ittifakla insanlara diyorlar ki : “Allah
vardır sizler başıboş değilsiniz. O sizi bir
gaye ve vazife için yaratmıştır.
O'nu tanımadan ölmeyiniz. Şayet
o'na iman etmeden emirlerini dinlemeden ölecek olursanız sonunuz çok acı olacaktır.”
Evet, tanımadığı bir kişinin yalan ihtimali
olan ufak bir tehlike haberine inanan insan yalan söylemeleri en küçük bir
ihtimalle dahi imkânsız olan 124 bin peygamberin ortak haberine de “şüphesiz" inanmalıdır.
Eğer o peygamberler
"Allah var” diyorlarsa doğrudur,
“ahiret var” diyorlarsa haktır. Ebedi mükâfat ve azap var diyorlarsa gerçektir.
Konu ile
ilgili ayetler
Bütün ilahi dinlerin en birinci gayesi
tevhittir yani, Allah’ın varlığını
ve birliğini
ibadet edilmeğe
layık tek mabud (ilah) olduğunu
bütün insanlara neşretmektir.
Cenabı hakkın biz insanlara göndermiş olduğu en son ve en mükemmel
mesajı olan. Kur'an-ı kerim'de de "tevhid” en önemli konuyu teşkil eder. Kur'anı kerim'in
hemen her ayeti dolaylı olarak "tevhid" ile ilgilidir. Konusu sadece
"tevhid" olan ayetlerin sayısı ise 1 000 den fazladır. Bu ayetlerden
bir kaçının meali (anlamı) şöyledir:
—o rabbiniz ki yeryüzünü bir döşek, göğü de yüksek bir (ikamet
ve dinlenmeniz için) tavan yaptı. Gökten su indirerek, onunla size rızık olmak
üzere (çeşit
çeşit) ürünler
çıkardı. Öyle ise sizde bile bile Allah’a eş
koşmayın.
(bakara: 22)
— yeryüzünde birbirine komşu toprak parçaları, tek
ve çok köklü üzüm bağları,
ekinler hurma ağaçları
vardır. Bunların hepsi bir (aynı) su ile sulanır. Fakat şekil ve lezzet bakımından
birbirlerinden farklı kılmışızdır.
Şüphesiz düşünen için bunda ibretler
vardır. (raad: 4)
—göklerin ve yerin yaratılması, ailelerinizin
ve renklerinizin değişik olması, o’nun varlığının belgelerindendir.
Doğrusu bunda
bilenler için dersler vardır.” (Rum: 22)
- " Allah ki ondan başka ilah yoktur. O daima
diri ve (yarattıklarını) koruyup gözetendir. (bakara: 255, ali imran:22)
—göklerde ve yerde ne varsa hepsi ister
istemez. Ona (boyun eğerek)
teslim olmuştur.
Ona döneceklerdir.” (ali imran: 83)
-“nerde
olursanız olun, o sizinle beraberdir.” (hadid:4)
6- kâinatta
herşey
Allah’ı gösterir
(kâinatta) hiç bir şey yoktur ki (Allah’ı
tanımasın) o’nu övgü ile tespih etmesin (anmasın). (isra: 44)
Organizmalar, topraktaki maddeler ve
suyun belirli bir oranda bileşiminden
meydana gelmektedirler.
Bitkiler ve hayvanlar ilme sahip değillerdir. Organizmada
yer alan su ve topraktaki hiç bir elementin de ilim ve akla sahip olmadıkları aşikârdır. Yalnız insanlarda
ilim tahsil etme ve ilmin ışığında akıl yürütme
kabiliyeti vardır.
Ancak şurası kesindir ki bitkiler ve hayvanlar
akıl düzenine insanlardan çok daha yakındırlar. Adeta insanlardan daha akıllıca
hareket etmektedirler. Kendileri için gerekli ve faydalı düşünce sonucu olmayan pek
çok davranışlara
doğuştan sahiptirler. Bir kuşun yuvasını niçin kurduğundan haberi kuracağı mevsimi zaman ve
zemini (yeri) bilmesi, ördek yavrularına yüzme öğretilmediği halde doğar doğmaz
suya girince yüzebilmesi, fare görmemiş
bir kedi yavrusunun fareyi görünce hemen saldırması acaba bütün bu hayvanlar
aklı olan biz insanların bile birçok eksersiz ve alıştırma sonucu ancak öğrenebileceği harika işleri nereden öğrendi dersiniz?
Şuursuz
varlıkların şuurluca
işler yapması
“içgüdü” kelimesi ile değil
“ilahi sevk” ile kendilerini yaratan Allah’ın hayat programlarını da yaratılışları ile birlikte
kendilerine verilmesiyle izah edilebilir.
Bu harika işler manasız “içgüdü”
kelimesiyle izah edilemez. Çünkü eğer
içgüdü bir akıl bir bilinç unsuru ise tavuk niye kendisi tahıl yerken yumurtayı
insanlara verir. Yok, eğer
“içgüdü” psikolojide tanımlandığı
gibi “canlıların her hangi bir davranışı
için niçin yaptıklarının esas iç sebebi" ise bu sebeple, şuursuz hayvanların şuurlu davranışlarının ilgisi yoktur.
O halde bu akılsız şuursuz varlıkların şuurluca davranışları yüce allah'ın
verdiği
"ilahi sevk programı" ile açıklanabilir. İşte bu ilahi sevk
programına uymaları sonucunda bu harika davranışlar ortaya çıkmaktadır. Bu programla
sivrisinek incecik hortumuyla operatör doktor gibi hünerler göstererek
hortumunu batırdığı
gibi istediği
kanı şırınga
eder. İpek
böceği dut yaprağı yiyerek -renk, koku
ve tat olarak- yediği
ile hiç ilgisi olmayan aklı olan biz insanların yapamadığı harika ipeği yapar. Japon kelebeği 15 km uzaklıktaki
arkadaşını
fark eder.
Yine aynı ilahi programla bir günlük bir
arı yavrusu havada uçarak binlerce metre uzağa
giderken izini kaybetmeden tekrar yuvasına döner. "duyargaları bir
kilometredeki bir çiçeğin
kokusunu diğer
kokularla karıştırmadan
mükemmel bir şekilde
duyar” (dr. H. Nurbaki zafer dergisi sayı:90 sh. 4) cetvel ve gönyesiz çok
hassas mükemmel yüzlerce altıgen petek en usta mimarları kıskandıracak muhteşemliktedir.
Aklı olmayan hayvanların düşünmeden yaptıkları
harika işlerin
her biri güneş
ışığının güneşi göstermesi gibi bunlarda
Allah’ın varlığını
ve birliğini
gösterir. Bakınız bu gerçeği
yüce rabbimiz nasıl açıklıyor:
"rabbin bal arısına şöyle vahy etti: dağlardan, ağaçlardan, ağaçlardan hazırlanmış olan çardaklardan göz
göz (hak dini kur'an dili c.3 sh. 3108) yuvalar (kovanlar) edin sonra her çeşit meyve (ve
çiçeklerin) her birinden yede (rabbin bal yapımında öğrettiği) yollarında boyun eğerek yürü. İşte bunda düşünen her illet için (Allah’ın
varlığına) işaretler vardır. “ (nahl
suresi 68–93)
Kimyagerleri imrendiren balı, mimarları
hayranlığa
sevk eden peteği
ve daha harikulade birçok işleri
bal arıları 5–6 haftalık ömürlerinde nasıl yapmaktadır? Arıların mimarlık ve
kimya fakültesinde ilim tahsil etmeleri mümkün olmadığına göre bu hayranlık
verici işleri
ifade edilen küçücük raporlar halinde anadan yeni doğan yavruya geçmesi için
ve bu suretle kısacık ömründe ilahı programa uymak suretiyle akıllara durgunluk
verecek faaliyetleri ortaya koymaları ile izah edilebilir.
Tesadüfün imkansızlıgı
“yoksa onlar kendiliğinden,
yaratan olmaksızın mı yaratıldılar veya kendilerinin yaratıcıları yine
kendileri midir? Yoksa gökleri ve yeri kendileri mi yarattılar? Hayır onların
yakini (düşünceleri)
yok.” (tur suresi 35,36)
Islam tarihindeki şu
hadise Kuran’ın delillerinin insan üzerindeki yaptığı tesiri görmek bakımından
oldukça enteresandır.
Bedir harbinden sonra müşrik (putperest)
esirlerin salıverilmesi konusunda temaslarda bulunmak üzere medine'ye gelen
kureyş
kabilesinin ileri gelenlerinden cubeyr b. Mutlim (o zamanlar henüz müslüman
olmamışlardı)
bir akşam namazında
11 vet-tur suresini okuyan peygamber efendimizi dinler, yukarıda meallerini
(tercümesini) verdiğimiz
ayetleri duyunca o kadar büyük bir tesir altında kalır ki, kendisi bu hissini
daha sonra “nerede ise kalbim yerinden fırlayacaktı" tarzında ifade etmiştir. Bilahare müslüman
olan cubeyri islam’a ısındıran ilk kıvılcım bu ayetler olmuştur, (buhari c.6 sh. 49
müslim c.l sh 338)
ilim ve düşünce
dünyasında tesadüfün imkânsızlığını
ispat eden binlerce örnek vardır. Biz bunlardan yaşanmış bir olaya işaret edeceğiz.
Yetmişli
yılların başında
Fransa da bir lisede şöyle
bir olay yaşanır:
inançsız bir fizik öğretmeni
derslerinde sürekli olarak öğrencilere
".arkadaşlar
evrende yer alan gezegenler tesadüfen şimdiki
vaziyetlerini almışlardır.
Dünyanın güneşe
olan uzaklığı
tesadüfen olmuştur.
Sahip olduğu eğim tesadüfen, kendi
kendine olmuştur.
Aslında tanrı olmadığı
halde biz var olduğunu
sanıyoruz." ilerleyen gün ve aylarda dersin konusu ne olursa olsun yeri
geldikçe yine bu inançsız düşüncelerini
söylemeye devam eder. Günlerden bir gün fransız öğretmen yine ders esnasında bu fikirlerini
açıklarken ara sıralarda oturan ali adındaki bir türk çocuğu söz almak üzere elini
kaldırır öğretmen
tam söz verecek sırada zil çalar.
öğrenciler
teneffüse çıkarlar. İkinci
ders yine fiziktir aynı öğretmen
gelecektir.
Teneffüste bütün öğrenciler bahçeye çıkarken
ali nöbetçi olduğu
için sınıfta kalır. Derken yalnız kalan Ali'nin aklına bir resim çizmek gelir.
Henüz resmi tamamlamışken
birden ders zili çalar. Arkadaşlarının
teneffüsten dönerek yerlerine oturduğunu
gören ali kendiside apar topar yerine oturur. Bir kaç saniye sonra öğretmen sınıfa girer.
Fakat daha sandalyesine oturmadan tahtadaki resim dikkatini çeker. Tahtada da
bir merkep resmi vardır. Öğretmen
öğrencilere
dönerek" bu resmi kim çizdi diye sorar. Sınıftan ses çıkmayınca sorusunu
tekrarlar.
“-arkadaşlar bu resmi kim çizdi ?"
Sınıfta alabildiğine
bir sessizlik hakimdir. Üçüncü defa sesini biraz daha yükselterek kızgın bir
eda ile "bu resmi kim çizdi diye" sorar.
Öğrenciler
işin
ciddiyetini anlayınca biraz korkarak gözlerini birbirlerine sonrada Ali’nin
bulunduğu sıraya
çevirirler. Vaziyetin iyi olmağını
anlayan Ali titrek parmağını
kaldırarak söz ister. Öğretmen
bağırmaklı bir
ses ile
-"söyle bakalım resmi kim çizdi”
der Ali ayağa
kalkarak
—efendim teneffüste bütün arkadaşlar bahçeye çıkmışlardı. Ben nöbetçi olduğum için sınıfta yalnız
başıma kaldım.
Birden tebeşirin
kendi kendine yerinden kalktığını
gördüm. Önce hayvanın kuyruğunu
çizdi. Sonra sırtını, sonra başını,
sonra ön ayaklarını daha sonra o hani kuyruğundan
başlamıştı ya, işte onu tamamlamak
üzereydi zil çaldı ve hemen kendi kendine yerine oturdu.
öğretmen
son derece hiddetlenerek
—ulan salak çocuk sen beni aptal mı sanıyorsun?
Hiç tebeşir
kendi kendine eşek
resmi çizer mi? Ben sana ne yapacağımı
biliyorum. O'nu sen çizdin değil
mi?
Ali öğretmenin
sözünü tamamlamasını beklemeden:
—hayır hocam. Ben sizi değil asıl siz beni ve bu
sınıfta bulunan hepimizi aptal yerine koyuyor dersimize geldiğiniz 4 aydan beri hemen
her derste evrendeki her şeyin
tesadüfen kendi kendine olduğunu
söylüyorsunuz. Peki, bir merkep resmi dahi kendi kendine çizilmezse mükemmel yapıdaki
canlı varlıklar ve insan nasıl kendi kendine tesadüfen var olabiliyor? Cansız
merkep resminin bir çizeni, ressamı olurda canlı eşeğin yapanı olmaz mı?
Öğretmen
böyle bir tepki ile karşılaşacağını hiç tahmin etmemişti. Aliye verilecek
cevabı da yoktu. Yüzünün kızardığını
hissettirmemek için gülümsemeye çalıştı.
Sonrada teneffüs zili çalmadan sınıfı terk etti. O günden sonrada bu inançsız
sözleri bırakarak bir daha ağzına
almadı.
Evet “imkânsızlık yolu üzerinden yürümek
buzlar üzerinde yürümekten daha zor, daha tehlikelidir. İnançsızların Allah
inancı karşısında
getirdikleri alternatif bir inançları yoktur. Tesadüfîn hiçbir akli dayanağı yoktur. Bir binayı
meydana getiren demir, kum, çimento, tuğla
v.b. Yapı malzemeleri inşaat
alanında senelerce beklese kendiliğinden
veya tesadüfen binayı oluşturduğu görülmemiştir.
Yine okuma yazma bilmeyen 5 yaşındaki bir çocuğu veya maymunu daktilo
tuşları önüne
oturtunuz. Saatlerce tuşları
vursun (sır james - the mysterious universe sh. 3 terc. S. Eroz) acaba istiklal
marşının bir
satırını bırakın satırı bir kelimesini yazabilir mi? Evet değil bir satırını 8
harften oluşan
"istiklal" kelimesini bile yazamaz. Çünkü “istiklal” kelimesi anlamlı
her kelime gibi bir mana ifade ediyor. Bu anlam ise ancak harflerin belli bir düzenle
dizilişi
sonucunda ortaya çıkıyor. Yani 29 harf içerisinden “i” harfi seçilerek başa yazılacak “s” harfi
seçilerek ikinci sıraya “t” harfi seçilerek üçüncü sıraya... Gibi. Ancak bu
harfleri ve diziliş
sıralarını bilen akıl sahibi biri yazabilir. Zira daha önce gördüğümüz gibi anlamlı bir
kelime veya şiir
ancak harflerin okuryazar biri tarafından ahenkli bir biçimde dizilişi ile ortaya çıkar.
İnsanı
da bir "şiir"
organlarımızı “kelime” vücudumuzun hücre ve elementlerini de “harf” kabul
edemez miyiz? Zaten insanda elementlerin belli cins ve miktarda birleşmesinden meydana
gelmiyor mu?
Kimya dersinden hatırladığınız gibi evrende
serbest halde 104 element bulunuyor. Kâinatta bulunan canlı cansız her şey bu elementlerden
meydana geliyor. Biz insanlar ise yediğimiz
gıdalar sonucu bu elementleri alıyoruz. Yani bütün organlarımız bu gıdalarla
beslenmekte yenilenmektedir. Yine bu gıdalarla vücudumuz gelişmekte saç ve tırnaklarımız
uzamaktadır. Başka
bir deyişle ağız yoluyla aldığımız gıdalar ve su
vücudumuzda ete, kemiğe,
saça, tırnağa
dönüşerek
organlarımız yenilenmektedir.
Mesela: akşam yemeğinde bulgur pilavı, salata ve elma
yiyerek su içen bir öğrenci
bir süre sonra yatıp uyumaktadır. Uykuda iken aldığı besinler kendisinden
habersiz olarak midesinde öğütülecek
daha sonrada öğütülen
besinlerdeki çeşitli
elementler vitaminler ilgili organlara gönderilecektir.
Peki, burada biraz durup düşünelim midede öğütülen besinlerdeki
elementler vücudumuzun neresine ne miktarda gideceğini nasıl bir görev
yapacaklarını nereden biliyorlar? Örneğin
kalsiyum elementi kemik dokularımıza gitmesi gerek bu element yolunu şaşırıp ta gözlerimize gidecek
olsaydı bazılarımız sabahleyin kalktığımızda
gözleri kemikleşmiş olabilirdi. Yine saç
dokusuna gidecek elementler şaşırıp da alnımıza
gidebilir", alnımızda saç çıkabilirdi. Elementlerin yollarını şaşırmamaları yanında ne
miktarda gideceklerini de bilmeleri gerekir. İkisi de kıldan yapıldığı halde saçımız
uzarken, kaşımız
uzamıyor. Belli bir yaştan
sonra kemiklerimiz büyümezken tırnaklarımız büyüyor. Acaba akılsız şuursuz elementler vücudumuz
içerisinde gidecekleri yerleri ve oranı nereden biliyorlar?
İşte
aklı olmayan elementlerin aklı olan insanların bile yapamadıkları son derece
harika işler
yapmaları o elementlerin sahipsiz olmadıklarının kendi hesaplarına değil kudreti sonsuz
rablerinin emri ile hareket ettiklerini gösterir.
Nasıl
ki yazan olmaksızın yazı olmazsa elementlerinde sevk eden görevlerini programlayan
bir allah olmazsa onlar kendiliğinden hiç bir şey
yapamazlar. Demek ki kâinatta hiç bir şey
tesadüfen var olmayacağı
gibi, insanda tesadüfen yaratılmış olamaz.
Harflerin bir sıra ve ahenkle dizilişi gibi
organlarımızı da bir intizamla yerleştiren vardır.
Eğer
öyle olmasa idi organlarımız şimdiki gibi hep aynı
yerde muntazam olmaz bazılarımızın gözleri tepesinde kulakları koltuklarının
altında olabilirdi. Büyük düşünür sokrat’ın dediği
gibi “eğer
biz sonsuz bir kudretin eseri olmasaydık, ağzımız
besinlerin çıkış
noktasına yakın olabilirdi.” (zafer ilim araştırma
dergisi 1983 yılı sayı 80)
Bizleri uyurken bile irademiz dışında, sonsuz merhameti
ile yaşatan,
aklı olmayan elementleri yaşayabilmemiz
için “programlayarak” hizmetimize koşturan
rabbimizi tanımalı, o’na emrimize verdiği
hücreleri adedince şükretmeliyiz.
Allah'ın birliği
"(ey resulüm) de ki: Allah birdir.
" (ihlâs: 1)
"eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilahlar olsaydı,
yerin de göğünde
nizamı bozulur harap olurdu. (enbiya: 22)
Cenab-ı hakkın varlığı ne derece açık ve
kesin ise o'nun birliği
de o derece kat'idir. Zira şu
kâinatın sahibi ve yaratıcısı ancak "bir" olabilir.
Çünkü idarecilik ve amirlik tek olmayı
ister, tek olmayı gerektirir. Ortaklığı
reddeder. Bir okulda iki müdür, bir köyde iki muhtar, bir şehirde iki vali
bulunmaz. Eğer
bulunsa idi dirlik ve düzen olmazdı. Biri böyle isterken diğeri başka türlü ister, anlaşmazlık çıkardı. Aynı
bunun gibi şu
kâinata idare eden zat'ında tek ve bir olması zorunludur. Şeriki ve ortağı olamaz.
Bizler bazen trenlerin çarpıştığını duyuyoruz. Bunun
sebebi hareket memurlarının farklı oluşudur.
Her iki trende aynı zattan hareket emri alsalar çarpışma olmayacaktır. Aynı şekilde otobüslerin çarpışması da farklı kimseler
tarafından idare edilmesi, uçak kazalarına ise pilotların farlılığı sebep olmaktadır.
Şu
kâinatta, gökyüzü trafiğinde
hiç bir trafik kazası olmuyor. Hâlbuki onların hacimleri uçaklardan daha büyük
olduğu gibi
süratleri de jetlerimizden daha fazladır. Demek oluyor ki onların hepsi aynı
zat'tan emir alıyorlar ve tek bir Allah’ın idaresi altındalar.
Evet, bu kâinatı mükemmel bir intizam ve
ölçü ile yaratıp idare eden zat'ın bir olması, atomlardan güneş sistemlerine kadar
yalnız onun hükmetmesi zorunludur. Zira bütün kâinata hükmedemeyen bir zat bir
atomu yerli yerinde yaratamaz. Bütün evrene sözü geçmeyen birisi bir kelebeğe hükmedemez. Onun yaşamasını sağlayamaz. Çünkü bir
kelebeğin
bütün kâinatla ilişkisi
vardır.
Örneğin:
bir kelebeğin
hayatı için hava su ve güneş
lazımdır. Atmosfer lazımdır. Yerçekimi lazımdır. Hatta top yekûn kâinat lazımdır.
Demek ki bütün kâinata hükmedemeyen bir ilah kelebeğe hayat veremez,
atmosfere sözü geçmeyen zat onu havada uçuramaz. Çünkü evrende her varlığın bütün kâinatla ilişkisi vardır. Her varlık
bütün kâinata muhtaçtır. Ş15-
Normal insan
vücudundaki elektrik 25 w'lık bir lambayı dakikalarca yakabilir. (ama hikmete
bakın ki bizi yakmıyor.)
16-
şeriki
ve ortağı
yoktur.
Allah'ı neden göremiyoruz?
Bazı hastalıklı fikirler vardır ki üstün
körü bakılırsa sıhhatine bir ihtimal verilebilir. Fakat inceden inceye tetkik
edildiğinde
sıhhat ihtimali ortadan kalkar, sağlıksız
olduğu kesinleşir. Tarihin derinliklerinden
gelen milattan önceki devir filozofları tarafından ortaya atılan hasta düşüncelerden biride
“görmediğim şeye inanmam" cümlesinde
aksetmektedir. Sayıları fazla olmasa da eski çağ insanlarının böyle bir düşünceye sahip olmaları
bir derece normal karşılanabilir.
Fakat ilim ve fennin zirvesine tırmandığı
günümüzde böyle bir iddia ile ortaya çıkıldığını
görmek hem gülünç hem de acıdır. Gülünçtür çünkü her an için insanın görmediği şeyler gördüklerinden
fazladır. Acıdır çünkü: görmediği
şeye inanmam
cümlesi ilimden zerre kadar nasibi olmayan zavallı bir düşüncenin mahsulüdür. Bu
düşüncenin
gülünç olduğu
gibi hiç bir ilmi ve mantıki dayanağı
olmadığını
birlikte görelim.
1) gözle
görmemek olmadıgına delil olmaz
bir varlığın biyolojik gözle görülmemesi onun yok
olduğuna delil
değildir.
Nitekim ses, ısı, elektrik, yer çekimi, vicdan, sevgi... Gibi varlığını bilimsel olarak
kabul ettiğimiz
halde göremediğimiz
binlerce şey
vardır. Asrımızda biri elektriğe
inanmıyorum çünkü onu görmüyorum dese sadece gülünmez aklından da şüphe edilir.
Hiç kimse annesini kaç metre veya kaç kg
sevdiğini
gösteremez birim olarak ispat edemez. Fakat bunu gösterememesi sevmediğini yada sevgi hissinin
olmadığını
göstermez. Yine kime “vicdansız” deseniz hakaret kabul eder. Hâlbuki vicdan denilen
şey de maddi
birimlerle ölçülemez.
Demek ki
insan sadece maddi gözle gördüklerine inanmıyor, görmediği halde inandığı şeyler, belki
gördüklerinden daha fazladır.
O halde yüce Allah’ın da bu alemde
biyolojik gözle görülmemesi o'nun varlığı
hakkında bizleri şüpheye
düşürmez.
Cenab-ı hak isim ve sıfatı ile yaratmış
olduğu her
eserin arkasında manen vardır akıl gözüyle görünür.
2) göz, eşyayı
görmede mutlak ölçü değildir
Göz sadece kızıl ile mor arasında düşen dar bir yayılma şeridine karşı hassastır. Bu şeridin dışında kalan ışık "görülmeyen ışık" olarak
isimlendirilir. Görülebilen ışık
ile görülemeyen ışık
arasındaki bütün ayrımı yapan santimetrenin yüz binde bir kaçı değerindeki dalga uzunluğudur. Kızıl ışığın boyu 0,0007 cm mor ışığınki 0,0004 cm’dir.
Hâlbuki güneş başka ışınlarda yayar. Mesela
0,00009 ila 0,032 dalga uzunluğundaki
kızıl ötesi ışınları
gözün hissedemeyeceği
uzunluklardandır. Fakat deri onların etkisini sıcaklık olarak duyar.
bir kimseye "radyoya bak haberlerde ne var"
şeklinde bir
soru sorulsa adam radyonun yüzüne bakmayacak düğmesini açacaktır. Bu adam gözüyle
göremediğine
inanmayan bir cahil olsa haberleri inkâr etmesi lazım gelir. Çünkü sesi görememektedir. Sesi gören göz değil kulaktır.
Diğer
taraftan birisine çorbanın tadına bakması söylendiğinde bu şahıs görmediği şeye inanmama saçmalığı ile başını çorbaya batırıp
gözleri ile tat arasa gülünç olmakla birlikte gözlerini kör edecektir. Buradaki
bak emri tat manasınadır. Aynı şekilde
bir şeyin
kokusunu bakarken gözümüzü değil
burnumuzu kullanıyoruz. ...v.b.
Yine şahsa
Edirne’deki meşhur
Selimiye Camii gösterilse buradaki mimarlık sanatına bak şahıs gözünün görmediğine inanmayan cinsten
biri ise bu sanatı inkâr edecektir. Çünkü göz sadece taşı görür sanatı görmez.
Selimiye camiindeki mimarlık sanatı gözle görülemeyeceği gibi selimiye’nin bir
ustası olduğu
gerçeği de gözle
görülmez bu vazife aklındır.
Selimiye camiinin kubbesinin bir mimarı
olduğunu açıkça
gören akıl. Ondan çok daha açık ve kesin bir şekilde bu gök kubbenin bir mimarı olduğunu görecektir.
Evet, akıl Selimiye’nin ustası olarak Mimar
Sinan’ı kabul etmezse caminin her taşını
Mimar Sinan kadar aklı ve mimarlık bilgisi olduğunu kabul etmek durumunda kalacaktır.
Bir harfin yazansız bir binanın ustasız
olmayacağını
gören insan kendisinin de yaratansız olmayacağını yine aklıyla görür. Bunun içindir ki
imam-ı azam gibi birçok islam alimleri peygamber gönderilmese bile Allah’ı akıl
ile bulmak herkese farzdır. (imam-ı azam fıkh-ı ekber. Aliyyul-kari şerhi. Terc: f. Yavuz
sf. 365–66)
Şu
halde gözümün görmediğini
inanmam diyenler aklın görevini göze yükleme hatasına düşerek gülünç oluyorlar. Hâlbuki
allah'ı gören göz kafa gözü değil
akıl gözüdür. Kalp gözüdür.
Albert
eistein'ın dediği
gibi: “rabbimizi elbette göremiyoruz. Çünkü sonsuz boyutları bilemiyoruz. Ancak
o'nun varlığı
muhakkaktır ve bizleri bir vazife ile yaratmıştır.”
(zafer ilim araştırma
dergisi 1985 yılı sayı 80)
3) Allah
yarattığı
madde veya cisim cinsinden değildir
Allah'ın görülmesi ve benzer konulardaki
inanca dair sorular genellikle Allah’ın sıfatlarını (özellik ve niteliklerini)
bilmemeden kaynaklanıyor. Bu bilgisizlikle insan yaratıcının sıfatlarını kendi
özellikleriyle kıyaslayarak büyük bir hataya düşüyor.
Muhalefetin lil-havadisi cenab-ı hakkın
tenzini ve selbi sıfatlarından birisidir. Allah’ın bu sıfatlarının kısaca anlamı
şudur:
cenab-ı hak sonradan var olan varlıkları benzemez. Allah’ın ne zatında nede sıfatında
(özellikleriyle) kendi yarattığı
varlıklara benzemez.( ilmi kelam sf.185-8b islam ilmihali sh. 50) o'nun benzeri
yoktur.(şura
suresi 11) o yarattıkları cinsinden değildir.
Bir marangozun tahtaya veya masaya
benzemediği
gibi bir ustada yaptığı
eseri cinsinden olamaz. Aynen bunun gibi -canlı cansız her maddesiyle bu kâinatı
yaratan allah da evrende bulunan hiç bir şeye
benzemez evrende ki hiç bir varlık cinsinden olamaz. Hâlbuki bizim düşüneceğimiz her şey maddidir ve mutlaka kâinattaki
bir şeye
benzeyecektir. Oysa peygamberin (s.a.v.) Buyurduğu gibi Allah aklımıza gelen ve düşünebileceğimiz her şeyden başkadır. (ilmi kelam sf.
186)
O halde bizler de Allah’ın ezeli ve sonsuz
sıfatlarını kendi sınırlı özelliklerimizle kıyaslayarak hataya düşmemeliyiz.
4) Allah’ın zatını ve mahiyetini kavramamız
mümkün müdür?
İnsanın
Allaha Teâlâ’nın zatını bu dünyada görülebilmesi mümkün olmadığı gibi gerçek
mahiyetini kavrayabilmesi de imkânsızdır. Çünkü insan aklı ve duyguları sınırlıdır.
Allah'ın hudutsuz mahiyetini kavramaya müsait değildir.
Fakat mahlûkata bakıp o'nun varlığını ve birliğini anlamaya sonsuz
kudretini ve diğer
sıfat ve isimleri bilmeye güç yetirebilir.
Bunun içindir ki Allaha Teâlâ bizi zatını
mahiyetini düşünmekten
men etmiştir.
Sadece kendisinin varlığını
ve birliğini
bilmemizi isim ve sıfatlarını emretmiştir.
Bu konuda
Peygamberimizin (s.a.v.) hadisi enteresandır.
“Allah’ın varlığını birliğini anlamak için
göklere bakın yere bakın kendi nefsinize bakın ve bütün bunların yaratılışındaki akıllara hayret
veren inceliklere bakın kendiliğinden
olmayacağını
düşünün çünkü
bunlar Allah’ın zatını mahiyetini (içeriğini)
düşünmeyin Allah
acaba şöyle
midir böyle midir? O'nun görmesi işitmesi
nasıldır? Diye düşünmeye
kalkışmayınız.
Zira buna kudretiniz yetmez. Ne kadar çalışsanız
da bunu hakkıyla bilemezsiniz, şaşırırsınız, bilgi ve
idrak gücünüz buna yetmez.” (ahmet bin hanbelî müsned c.x sf. 107)
aslında biraz düşünecek
olursak allah'ın zat ve mahiyetini kavramamızın olmayacağını aklen bile ayırabiliriz.
bir insanın mağarada
doğup büyüdüğünü hiç ışık görmediğini düşününüz. Kendisinin bir
gün sabahın erken saatinde ve daha güneş
doğmadan dünya
yüzüne çıkarıldığını
farz ediniz. Her tarafı dolduran ışıktan
derhal kamaşan
bu şansa bu ışığın bir güneşten geldiği söylense o adam güneşi fazlasıyla merak
edecek ve onu tanımaya çalışacaktır.
Şimdi
bu adamın hayalinde nasıl canlandırırsa canlandırsın güneşi katiyen anlayamayacaktır
ve her defasında güneş
yerine başka şeyler hayal edeceği aşikârdır. Güneşi etrafında gördüğü şeylere kıyas edeceğinden yapacağı her kıyas yanlış olacak ve isabet
kaydedecektir.
Güneşe
inanmak o adam için imanın bir şartı
olsa o güneşi
her nasıl tasavvur ederse etsin her halükarda şirke düşecektir o'nun yapacağı tek şey ışığın bir güneşten geldiğini fakat o güneşin mahiyetini bilemeyeceğini idrak etmektir zaten
ondan istenen imanda bundan ibarettir.
Örnekteki adamın güneşi anlayamaması gibi her
bir insanda kendi beden memleketini idare eden ve ruh denilen sultanın
mahiyetini bilmemektedir. Bizler ve bedenimizin ruhla ayakta durmasını onun bu
bedenden ayrılması halinde bu binanım yıkılacağını ve sultanın göz penceresiyle
seyrettiğini
kulak cihazıyla sesler alemine temaşa
ettiğini, dil
terazisi ile de bütün tatları tattığını
bildiğimiz halde
ruhun mahiyetini bilemiyoruz.
Onun mahiyeti hakkında ne söylersek
gerçeğe aykırı
olacağı gibi
ruhun zatını her ne tarzda hayal ve tasavvur etsek onun hakkında yanlışlığa düşmüş olacağız.
İşte
görmediği
bir güneşin
zatını anlamaktan aciz ve kendi ruhunun mahiyetini bilmekten uzak olan insanın
zaman ve mekânla kayıtlı olmayan umum alemlerin rabbini zatıyla anlamaya çalışmasının ne kadar manasız
ve imkânsız olduğunu
kıyas ediniz.
5) herkes Allah’ı
görseydi imtihanın sırrı bozulurdu
Kur'anı kerimde hanginizin daha iyi amel
(güzel iş)
yapacağını
denemek için ölümü ve hayatı yarattı (2) buyrulmaktadır.
İnsanlar
cenab-ı hak tarafından hayır ve şer
ile imtihan edilmek üzere yaratılmış
bu aleme gönderilmiştir.
Bu imtihanın konusu Allah’ı iman ile tanıyarak emirleri doğrultusunda yaşamak şeklinde özetlenebilir. İnsanlar dünya misafir
hanesinde rablerini tanıyarak o'nun emirleri doğrultusunda hareket ettikleri takdirde bu
ilahi imtihanı kazanarak cennete layık bir değer kazanacak duruma gelecek yok eğer yaratanını tanımadan
yaşayıp ölürse
imtihanı kaybederek cehenneme ehil (layık) bir duruma gelecekti.
İşte
bu ilahi imtihanın esas konusu olan "allah'ın varlığı” meselesi de imtihan
sırrı gereğince
rabbimiz tarafından tam aşikâr
edilmemiş yarı
gizili tutulmuştur
yoksa allah kendi varlığını
ve adını gökyüzüne yıldızlarla yazabilirdi. O'nun çamur yiyen ağaçtan meyve çıkartan
sonsuz kudretine bu iş
hiç de ağır
gelmez. Fakat o zaman imtihanın özelliği
kalamazdı, sırrı kaybolurdu. Yani küfrün, inkârın zirvesindeki kömür ruhlu Ebu
ceyhil ile imanın zirvesindeki elmas ruhlu hz ebu bekir (r.a.) bir olurdu. İkisi aynı değerde kalırdı. Bu ise açık
bir adaletsizlik olurdu. İmtihanı
kazanana mükâfat kaybedene ceza verilmesi anlamsız olurdu çünkü adeta irademiz
bağlanmış olarak herkes inanmak
mecburiyetinde kalır, imtihanı kaybeden kimse olmazdı. Bu ise cenab-ı hakkın
adaletine uymayacağı
için, Allah imtihanın sırrı hikmetine binaen mevcudiyetini yarı gizli tutmuştur.
Böylece Allah kendisine arayana, düşünene, tefekkür edene
görünüyor düşünmeyene,
aramayana, görünmüyor, meçhul kalıyordu.
Bunları biliyor musunuz?
1- vücudumuz
1- Karaciğerin 450 den fazla görevi olduğunu.
2-
Kalbin hacmimin bir
yumruğu geçmemekle beraber
24 saatte sarf ettiği enerjinin normal
bir adamı 1500 metreye kaldırabilecek kadar olduğunu ve bir ömürde bunun 15 bin km yükseklik olduğunu.
3-
İnsanın sinir
hücrelerini uç uca koyduğumuzda 480 bin km
damarları uç uca koyduğumuzda 100 bin mil
(160 bin km) (bu uzunluk dünyayı 4 defa saracak kadardır) damarları sinirleri
karışıklığa meydan vermeden vücudumuza yerleştiren kim?
4-
Bir insan ortalama 60
trilyon hücre her hücrede bir milyona yakın protein her proteinde ortalama 8
bin amino asit bileşiği yine her proteinde, 40 bin atom vardır. (bu kadar hücreyi
vücuda yerleştiren kim)
5- Her nefes alışımızda hem kanımız temizleniyor, hem vücut sıcaklığımız sağlanıyor hem kirli hava dışarı veriliyor bu kirli hava dışarı verilirken israf olmuyor aynı zamanda konuşmada kullanılıyor... Hem de kanda özümlenen oksijenin % 20
si beyne gidiyor gitmese beyin hücreleri mahvolurdu
6- Vücudumuzda 1 kalıp sabun yapacak kadar yağ orta boyda bir çivi yapacak kadar demir bir kahve fincanını
dolduracak kadar şeker bir tavuk kümesini
badanalayacak kadar kireç 290 kibrit yakacak kadar fosfor ufak bir topun altına
yetecek barut için potasyum bulunmaktadır... (madde itibariyle bu kadar ucuz
olan insanı dünyanın en kıymetli varlığı yapan kim? )
7- Vücut ağırlığının %5-10'unu oluşturan kanın 50den fazla görevi olduğu tespit edilmiştir. (ne harika sıvı?) Yaklaşık her 5 dakikada vücuttaki kanın tamamı böbrekler vasıtası
ile süzülmektedir. Bir böbrekte bir milyon nefron (süzme kanalı) mevcuttur...
8- 1200-1400 gr.. Ağırlığında olan insan
beyninin hücreleri arasında milyarlarca bağlantı kurulmuştur. (bu bağlantıları kuran kim ?)
9- Vücut ısımızı en ideal dengeli sıcaklık olan 37 derecede
ayarlayan ve muhafaza eden kim?
10-
Sinirler vücudun
bütün yüzeyinde bulunur. Bazı yerlerinde daha fazla olur. Onun için buralara
dokulunca karşıdaki gıdıklanır.
11-
Hz..adem'den günümüze
kadar yaşamış hiçbir insanın parmak izi diğerine benzemez (bu ne sanattır. )
12-
Ağzımıza ve boğazımıza 300 adet tat, alma organı yerleştirilmiştir. (yerleştiren kim ?)
13-
İnsan aksırınca
burnumuzun hava giren kısmındaki tahriş edici bakterileri dışarı atar. Aksırma isteğimiz dışında otomatik yapılır. Aksırırken ağız ve burundan çıkan zerrelerin saatteki hızı 165 km.dir
süratle mikrop saçılabilir. Onun için elimizi ağzımıza götürüp kapatmalıyız. (aksırmada bile ne sırlar
gizli ...)
14-
Kalbimiz normal
olarak dakikada 70–72 defa atar. 70 yaşındaki insan kalbi 2500 milyon defa atmış bu süre içerisinde 167 561 600 000 kg kan damarlarına
pompalamıştır.
15-
Normal insan
vücudundaki elektrik 25 w'lık bir lambayı dakikalarca yakabilir. (ama hikmete
bakın ki bizi yakmıyor.)
16-
Esmerlerde 120 000 sarışınlarda 140 000 saç teli vardır. Her geçen gün başımızdan 50–60 arasında saç kopar ve aynı sayıda yenileri çıkar.
17-
Sadece 1 dakika
içinde 1025 cm3 lük havayı içimize çekeriz. Yine bir dakikada 4 kg’a
yakın vücudumuzda devrederiz.
18-
Tırnaklarımız bir yılda
3,75 cm uzar
2- kâinat:
19-
Yeryüzünün kalınlığı bir kaç ayak daha kalın olsaydı karbondioksit oksijeni
emerdi ve hayat olmazdı. (bu dengeyi sağlayan kim ?)
20-
Atmosfer tabakası şimdikinden daha ince olsaydı meteorlarla delik teşvik olurdu.
21-
Havadaki oksijen % 21
yerine %50 veya daha fazla olsaydı yanmaya müsait her şey bir şimşek çakmasıyla
yanabilirdi.
22-
Suları tatlı olsaydı
denizler ve okyanuslar kokar bu koku yüzünden dünyada hayata yer kalmazdı. (tuz
kokuşma ve bozuşmayı önler.)
23-
Çekim kanunları olmasıydı
atom parçaları nereden bulunacaktı.
24-
Isı kanunu var
olmasaydı yeryüzü soğumayacak ve yaşamaya elverişli hale gelmeyecekti. (ısı kanununu koyan kim ?)
25-
Havadaki, her
elektriklenmede (yıldırım ve şimşek çakması)başımıza yağmur yerine kezzap yağması içten bile değildir. Atmosferin % 80’ini teşkil eden azot gazi yıldırım ve şimşek tesiriyle
oksijenle birleşir. Bu oksitlenme
sonucu nitratların meydana gelmesine yarayan azot oksitler oluşuru böylece her oksitlenmede nitrik asit yağabilir. Fakat şimşek çakıyor damla
damla rahmet yağıyor. (niçin kim
ayarlıyor?)
26-
Normal bir kar fırtınasında
100 milyon kar tanesi düştüğü halde hiçbirinin şekil, deseni diğerine benzemez. (ne harika sanat değil mi? )
3- hayvanlar alemi
27-
Sinekler devamlı
üreme imkânı bulsalardı nisandan ağustos sonuna kadar (3 ay) bir çift karasinek 191 000 000
000 000 000 000 (19lx1018 ) kadar üreyebilirlerdi. O zaman dünya sineklerle
kaplanırdı. (bu dengeyi ayarlayan kim ?)
28-
Ateş böceğinin kanında 5 çeşit kimyevi madde yerleştirilmiştir. Dışarıdan gelen oksijenle reaksiyona girince ışık meydana gelir. (bu 5 maddeyi kim yerleştirdi?)
29-
Kedigözü ana yapısı
itibariyle bizimkiyle aynı olduğu halde küçük bir farktan (tabaka)dolayı görme kabiliyeti
bizden yedi defa yüksektir.
30-
Afrika çekirgesi düşmanına bolca kimyevi bir köpük fışkırtır. (nereden buluyor ?)
31-
Bir cins hamam böceği düşmanına arkasına
dönüyor 100oc sıcaklığı bulunan bir sıvı fışkırtıyor. Nasıl oluyor da bu sıvı kendisini yakmıyor?
32-
Mürekkep balıkları 300–350
volt elektrik yüküne sahiptir. Bu elektrik atı devirir insanı bayıltır hatta
öldürür.(bu elektrik santralini ona kim taktı ?)
33-
Kelebeğin ağzı yoktur. Ayakları
ile tat alır. İnce hortumuyla
beslenir. Aslında halter şampiyonu karıncadır.
Öyle kuvvetli çenesi vardır ki e kendi ağırlığının 50 katını kaldırır.
İnsanda öyle kuvvetli
olsaydı dişiyle 4 tonu taşıyabilirdi.
34-
Sıçrama rekortmeni
piredir. Her sıçrayışta kendi boyunun 50
misli ileriye atlayabilir. İnsanda böyle sıçrayabilseydi her sıçrayışta 100 metre ileriye sıçrayacaktı.
35-
Boa yılanı ailesine mensub
bazı dev yılanlar (5m) bir domuzu hatta bir geyiği bile bütün olarak yutabilirler.
36-
Yavru saloman balığı yıllarca denizden kaldıktan sonra kendi vatanı olan nehre
döner. Hem de doğduğu ırmağın denize döküldüğü kıyıya başka yere koysanız yanlış yerde olduğunu anlayıp yine aynı yere gelir.
37-
Dünyamızda 40 000 000
000 000 000 000 000 000 (4x1025 )adet deniz solucanı yaşamaktadır. Acaba bu kadar solucanı iç organlarından dış görünüşüne kadar birbirine benzeten kim?
38-
Kuşlara çeşit çeşit yuva yapmayı öğreten kim?
4- ek :
39-
Güneşimiz gibi tam yüz milyar tane güneş bir arada bir samanyolu içerisinde bulunuyor. Yüz milyar
güneşten (yıldızdan) oluşmuş gök adasına galaksi
denir. Bizim galaksimizin adı Samanyolu (Kehkeşan) dır. İki, güneş arası uzaklık roket hızıyla 45 bin yıldır.
40-
Güneşteki reaksiyonlarda dört hidrojen atomu birleşerek bir helyum atomunu meydana getirir ve bu yolla
saniyede 564 milyon ton hidrojen 565 milyon ton helyuma döner aradaki fark ise
etrafa yayılmakta ve bu sayede güneş muhteşem bir soba vazifesini görmektedir.
41-
Işık hızı: Allah katında bir kozmik gün bizim bin yılımıza eş değerdir. Yaklaşık 8 ay yol almamıza karşılık öte tarafta bir saniye geçmektedir. 0radaki bir hız ışık-hızının otuz altı bin katı olacaktır. Saniyede 100
milyar km bir hızla dünyanın çevresini bir saniyede 3 milyon defa döner. On yıl
boyunca ışık hızına yakın bir hızla
uzaya gidip geri dönelim döndüğümüzde dünyada 140 yıl geçtiğini göreceğiz yani torunlarımızın uygarlığıyla karşılaşacağız.
42-
Bir insanda 60-100
trilyon hücre her hücrede bir milyona yakın protein her proteinde sekiz bin
amino asit bileşiği her bileşik element (karbon oksijen hidrojen azot kükürt) ten her
protein de 40 bin atomdan oluşur.
43-
Dünyanın yaşı 5 milyar yıldır. 5milyar insan yeryüzünde yaşamaktadır. Şu anda dünyada bu nüfusun 10 katına besleyecek kadar gıda
vardır. Fakat batı dünyası kendisine yetecek gıdanın 10 katına elinde bulundurmakta
Afrika’da da insanlar açlıktan ölmektedir.
44-
75 yıl yaşayan bir insan hayatında toplam
50
ton yemek yiyor
20
ton ter
140
ton su içiyor
50
ton tükürük
130
bin km yol yürüyor
70
ton idrar
90 milyon kelime konuşuyor
80 ton dışkı
çıkarıyor
18
yıl ayakta duruyor
26
yıl uyumakla geçiriyor
300 ton kaldırıyor
105gün suda kalıyor