22 Haziran 2012 Cuma

DOĞUM


DOĞUM

AİLEMİZİN YENİ BİREYİ

AYŞEGÜL DAĞDELEN

BEBEĞE HOŞ GELDİN DER

ANNE, BABASINI TEBRİK EDERİZ.

VATANA, MİLLETE, İSLAM ALEMİNE VE TÜM İNSANLIĞA HAYIRLI EVLAT OLMASINI CENABI ALLAHTAN NİYAZ EDERİZ.

AMCASI

HASAN DEDE






HASAN DEDE

Tekke deresinde yatan evliya

Yeni nesil bundan da habersiz ya



Kendisi değilse Horasan eri

Hocalarından biri Horasani



O ki evliyadır isminden belli

“Dede” tekkede yaşamıştı belki



Vardı bir sürü kerameti belli

Hakkında anlatılan dilden dile



Bir gün ermiş Tavas’tan çıkmış yola

Gelmiş bizim köyde vermiş bir mola



Suçlu deyip hapse atmışlar önce

Anlamışlar onu dışta görünce



Derviş hemen sonra çıkmış hapisten

Atın çıkması gariptir hepsinden



Önce bir tutam ot almış eline

Sonra çağırmış gel diye kendine



At çıkagelmiş o küçük delikten

Sorulmaz ermişin kerametinden



Herkim ki korunmak ister beladan

Alır bir avuç kabir toprağından



O sefere çıkmadan az önce

Toprağını boşaltırmış dönünce



Köyümün sahibidir “Hasan Dede”

Kötülüklere perde olan “Dede”



Sende uğrarsan mezarına dile

Ol şefaatini Allah’dan bile

NİÇİN ALLAH'A İNANIYORUZ


İçindekiler­


Niçin Allah’a inanıyoruz                                                     
Allah’ı gösteren deliller                                                         
L-bir avuç toprak                                                                  
2-bir damla su                                                                               
3-güneş                                                                                           
4-insan                                                                                           
5-peygamberler                                                                              
    konu ile ilgili ayetler                                                                  
6-kâinatta her şey Allah’ı gösterir                                                
Tesadüfün imkânsızlıgı                                                                
Allah'ın birliği                                                                                
Allah'ı neden göremiyoruz                                                             
1-gözle görmemek delil olamaz                                                     
2-göz eşyayı görmede mutlak ölçü değildir                                  
3-Allah yarattığı madde ve cisim cinsinden değildir.                   
4-Allah’ın zatını ve mahiyetin kavramamız mümkün müdür?   
5-herkes Allah’ı görseydi imtihan sırrı bozulurdu                     
Bunları biliyor musunuz?                                                                                                                    
1-vücudumuz                                                                                  
2-kâinat                                                                                          
3-hayvanlar alemi                                                                         
4-ek                                                                                                 







Niçin Allah’a inanıyoruz?
Kitaplar bir mananın ifadesidirler. Bir gaye için yazılırlar kâinatta binlerce manaları ifade eden harika bir kitaptır. İnsanların akıl ve düşüncesi önüne konulan bu büyük kitabın sayfaları fevkalade muhtesem sırlarla doludur.
Gelin isterseniz bu sayfaların bazıları arasında bir gezintiye çıkalım. Önce üzerinde yaşadığımız toprağı, sonra suyu, daha sonrada ise güneşi ve insanı tanıyarak bunların Allah’ın varlığına nasıl delil olduklarını görelim.

Allah’ı gösteren deliller

1- bir avuç toprak

Biz insanları üzerinde gezdiren, ekip biçtiğimiz toprak basit ve yoğundur. Her türlü hayat belirtisinde uzak ve donuktur. Fakat bir avuç toprak, hele bir de verimli menderes ovasının humuslu toprağı ise, hangi bitki tohumu düşerse düşsün bir süre sonra filizleniyor. Karpuz tohumu karpuz, pamuk tohumu pamuk, domates tohumu domates oluyor. Bir bahçıvan biraz yaşlı ve hafızası da kuvvetli değilse tarlasının hangi tarafına hangi sebze tohumunu ektiğini unutabilir. Fakat akılsız, şuursuz (bilinçsiz) toprak unutmuyor: karpuz tohumu karpuz, pamuğu pamuk... Olarak aynen çıkarıyor. Aynı toprak, büyüklükleri ayrı, renkleri ayrı, kokuları değişik tatları başka başka olan binlerce bitkiyi karıştırmadan şaşırmadan aynen çıkarıyor.

Acaba toprağın içinde yeryüzündeki bitkilerin sayısı kadar fabrikalar mı var? Her bitkinin planı, programını özelliklerini biliyorlar, şaşırmadan karıştırmadan mı üretiyorlar?
Elbette ki 21. Asrın fen ve tekniği ile insanoğlunun bile yapamadığı bu harika ürünler akılsız, şuursuz toprağın işi ve benzeri olamazlar. Ancak toprağın her zerresine (atomuna) hükmeden kudreti sonsuz bir yaratıcının eseri olabilirler.
Bakınız yüce Allah bu gerçeği nasıl açıklıyor:
“ektiğinizi (tohumu) gördünüz mü? Onu siz mi bitiriyorsunuz (yeşertiyorsunuz) ? Yoksa bitiren biz miyiz? Eğer dileseydik, onu kuru bir çöp yapardık, hayret eder verdiğiniz emeğe pişman olurdunuz.” (vakıa suresi ayet 63–65)
Toprağı iyi araştıran batılı botanik bilginlerinden pek çoğu bu vesile ile Allah’ın kudreti karşısında hayretlerini itiraf ederek o’na iman etmişlerdir. Bunlardan prof. Dr. Lestermen şöyle der:  “toprakla ve bitkilerle ilgili araştırmalarımda derinleştikçe Allah’a imanım da o nispette arttı ve o’nu takdis ederek hayretimi ve tazimimi (saygımı) ifade eden secdelere vardım.”
Yine Edison bir keşfiyle ilgili olarak şunları söylemektedir.
“hiçbir keşif, otların toprağı yarıp (bazen taşı yarıp) çıkması kadar muhteşem olamaz. Çünkü otlar bana göre Allah’ın en büyük mucizeleridir” (gerçeğe doğru sh. 16)
Evet, ipek gibi yumuşak ve ince köklerin elmas matkapların bile delmekte zorlandığı sert kayaları kolaylıkla delmeleri, elbette kendi kudretiyle değildir.

2- bir damla su

Bir gün yağmur yağğında başınızı gökyüzüne doğru çevirip baktınız mı? Minik bir yağmur damlası yüzlerce metre yukarıdan gittikçe artan hızlarla ye kadar inseydi adeta bir mermi gibi delici ve tahripkâr olacaktı. Böyle bir durumda yağmura “rahmet” diyemeyecektik. Çünkü her yağmurdan sonra bir felaket meydana gelecekti.
İşte o yağmur damlası “yerçekimi” kuvvetine adeta isyan edercesine limit hız kanunlarına tabi olarak düşüyor. Usulcacık incitmeden, yıkmadan, yıpratmadan astrofiziğin verilerine göre gökten dünyamıza her saniyede ortalama 17 milyar ton suyun düşğü düşünülürse her an dünyanın birkaç bölgesinde “felaketler” kaçınılmaz olacaktı. Hâlbuki böyle olmamıştır. Rabbimizin merhameti ile zararsız halde usulca indirilmektedir.
Özellikle kış mevsiminde yağan kara dikkat ettiniz mi? Bunlara da yağarken başınızı kaldırır bir bakınız. O kadar hassas bir ölçü ve intizamla yere iniyorlar ki, şiddetli rüzgârlar onların intizamını bozmuyor, tanelerini birbirine çarparak birleştirip zararlı dev kütleler halinde yeryüzüne indirmiyor. Öyle olsaydı binalar büyüklüğünde karlar başımıza yağsaydı ne yapardık? Aynı ilahi kanun ve intizam burada da işliyor. Karda rüzgâra ve yerçekimine isyan edercesine yavaş yavaş incitmeden başımızı okşarcasına yere iniyor.
İşte yağmur ve kar yüce rabbimizin rahmet ve merhametini damlaları sayısınca bizlere gösteriyor. Yeter ki azıcık düşünelim ibret alalım.

3-güneş

"güneş de (Allah’ı gösteren ilahi bir delildir ki) kendi yörüngesinde akıp gider. Bu her şeyi bilen Allah’ın takdiridir. (Yasin suresi 58)
"güneş dev bir ateş kütlesi idi korkunç bir patlama oldu gezegenler ve dünyamız ondan koparak uzay boşluğuna dağıldı ve bu günkü konumlarını aldı hepside başladılar kendi kendine dönmeye..." ilkokulda çocukken güneşin ve gezegenlerin meydana gelişini böyle öğrendik.
Şimdi biraz düşünelim patlama niye oldu? Gök boşluğunda ipsiz direksiz dönen gezegenler neden yere düşmedi? Dünyanın 23,5° eğim açısı nasıl oldu?
Efendim çekim kuvveti... Nedir bu çekim kuvveti akıllımı, ilim sahibi birimi? "çekim kuvveti” diye meseleye bir isim takınca konuyu izah ettiğinizi mi sanıyorsunuz?
Neden 25 değil de 23,5° ( 23 derece 27 dakika)
Niçin dünyanın güneşe uzaklığı 149 000 000 km.
Biz bir portakalı bile elimizi uzatarak bir saat müddet­le tutamayız, kolumuz yorulur bırakınca yere düşer. Peki de güneşi ve gezegenleri tutan yok mu?
Bilimsel verilere göre güneşin merkezindeki ısı 15milyon santigrat dereceyi bulmaktadır. Dünyamız ise güneşe biz insanların yaşamına en uygun bir mesafededir. Bu mesafe hayret verici bir şekilde sabit kalmaktadır. Şayet güneş şu anda verdiği ışınların yarısına vermeseydi donardık. Buna mukabil ışınları bir buçuk kat artsa veya dünyamıza biraz daha yakın olsaydı çoktan kül olurduk. (a.cressy morrison mon does not stand alone ter. B. Topaloğlu sh. 24,25)
         yine dünyanın 23,5° bir açı ile eğik olması da hayret vericidir. Bu eğimle mevsimler meydana gelmektedir. Eğer böyle olmasaydı. Kuzey ve güney kutbu daima karanlıkta kalacak ve okyanuslardan yükselen su buharı yolunda buzdan meydana gelmiş kıtalar olacaktı.
Herhalde akılsız güneş, kendiliğinden biz insanları tanıyarak, ihtiyaçlarımızı bilerek bizlere acıyarak bu günkü uzaklığında durmadı ve durmuyor.
          Öyleyse o’nu bizi tanıyan ihtiyaçlarımızı bilen birisi gök boşluğuna takmış olabilir.
Yine astrofizik verilerine göre güneş merkezinde cereyan eden termonükleer reaksiyonlarla her saniyede 564 milyon ton hidrojen 560 milyon ton helyuma çevrilmektedir. Bu hesaba göre dünyamızın sobası olan güneşin bir günlük masrafı 53 222400 milyon ton hidrojen olarak tespit edebiliriz
Daha basit olarak kabaca hesap edecek olursak şayet güneş olmasaydı bir günlük enerji için dünyamızın dağları kadar kömür dünyanın hacminin bin katı kadar odun yığınları lazımdır. Bütün bu hesapların güneşin bir günlük masrafına eşdeğer olduğunu da unutmamalıyız.
Jeofiziğin tespitine göre 16 milyar senedir dünyamızı ısıtan aydınlatan güneşin enerjisi nereden geliyor? Kim temin ediyor? O'nu odunsuz kömürsüz gazsız yandıran kim?
En kaliteli bir soba bile bir iki ay yanınca boruları tıkanıyor. Küçük bir lamba dahi düzenli bakılmazsa sönüyor. Peki, güneşe bakan kim? Onu issiz dumansız yandıran hangi kudret?
Başından beri gördüğümüz gibi "bizi yaratanı" kabul etmeden yapılan bütün açıklamalar yetersiz ve sönük kalıyor. Peyami Safa’nın dediği gibi Allah fikri öyle bir güneştir ki, onsuz her izah karanlıkta kalır.
Her halde akılsız şuursuz güneş bize acıdığından, merhamet ettiğinden ihtiyaçlarımızı bilerek isteğimize tam uygun olan bu harika işleri kendiliğinden yapmaz.
Güneş kendi hesabına değil, bizleri yaratan sonsuz kudreti ve merhametiyle bizleri bu alemde yaşatan Allah’ın emri ile ve izni ile bize hizmet ediyor, ettiriliyor. Dünyamıza sobalık ve lambalık yapıyor. Öyle ise bizde güneşi bizim emrimize veren Allah’ı tanımalıyız bizden ne istiyor bilmeliyiz ve şükranla ona secde etmeliyiz.

4- insan

          "insan kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmez mi ki bir düşman kesilir.” (yasin 77)
Allah insan anne karnında şekillendirmiş organlara en güzel şekli vermiştir. Bu organlardan bazılarının üzerinde durmak insanı daha iyi tanımaya yarayacaktır.
Gözler açtı tabakaları sıraladı. Şeklini, rengini görünüşünü güzelleştirdi. Göz kapakları ile onları koruma altına aldı. Sonra kulakları yarattı. Duyduğunu muhafaza ve dışarıdan hücum eden şeylerden korunması için orada acı su yarattı. Sesleri toplayıp içeri vermesi için kepçesini yarattı. Aynı zamanda uyurken kulağına bir haşeremi girecek olursa bu girinti ve çıkıntılardan yürürken uyanmasını kolaylaştırır.
Sonra yüzün ortasında bir çıkıntı olarak burun yarattı. Burun deliklerini açtı, ona koku alma duygusunu yerleştirdi. Böylece yiyip içeceği şeylerin kokusunu alır, iç rahatlığını bulur sonra ağzı açtı kalpte olanları ifade eden dili yarattı. Anneden süt emerken anne incinmesin diye sert dişleri kesmek, koparmak ve eritmek için belli bir dönemden sonra yarattı. Köklerini sağlam uçlarını keskin ve sivri yarattı. Renklerini beyaz yaptı ve muntazam şekilde dizdi. Adeta inci dizisini andırır.
Dudakları yarattı ve renklerini güzelleştirdi. Bu sayede ağız örtüldü ve konuşma imkânı ortaya çıktı. Hançeleri yaratarak ses çıkması için onu ayarladı. Dilde hareket etme gücünü yarattı. Muhtelif mahreçlerden kesik kesik sesleri çıkartarak anlamlı bir şekilde ifade edebilme kabiliyetini verdi. Sonra mahreçleri de muhtelif şekillerde kimini dar kimini geniş kimini ince olarak yaptı. Bu sebeplerle çeşitli sesler e meydana çıkmış oldu. Hiç kimsenin sesi diğerine benzemedi. Bunun için karanlıkta bile insan bir başka kişiyi sesinden ta­nır. Sonra başı da, yüzü de sakal ve kaşlarla ve gözleri kirpiklerle süsledi.
Sonra iç organları yarattı. Her birine belirli bir iş tahsis etti. Mesela mide gıdayı hazım için ciğer gıdayı kana geçirmek için dalak, öd kesesi, böbrekleri, ciğerleri hizmet için yarattı.
Sonra Allaha Teala maksada uygun uzunlukta kolları, bunların ucunda geniş bir şekilde el ve ayakları bunların ucun­da da beş parmağı yarattı. Her birine üç boğum yaptı. Dört parmağı bir sırada bunların hepsine uğrayabilmesi için başparmağı da bunların karşısında yarattı. Eğer bütün insanlar bir araya gelseler de bu parmakların diziliş, küçüklük-büyüklük, eklem ve şekillerinden daha uygun bir şekil arasalar kesinlikle bu­lamazlar? Çünkü el bu tertiple tutmağa, alıp vermeğe elverişli olabilir. Avucunu açarsa bir tabak halinde istediğini koyabilir kaparsa dövme aleti olarak kullanabilir. Yarı yumarsa bardak şeklini alabilir.
Sonra birde hususi dayanak ve ince şeyleri alabilmek için icabında kaşınabilmek için parmakların ucunda tırnakları yarattı. Bedendeki organların en adisi sayılan tırnaklar bir insanda bulunmasa sonrada kaşınmak istese insanların en acizi haline gelirdi. Zaten kaşınan yere hemen gider. Fakat başkasına kaşınan yeri buldurmada güçlük çekilir.
Bir parçada kâinattan bahsedelim. Kur’anda Allah “ ey insanlar, sizi yaratmak mı daha zordu göğü yaratmak mı? Ki onu Allah bina edep yükseltmiş ve ona şekil vermiştir. (nazlat 27,28) aslında bütün azamet ve ihtişamıyla göğe değil, göğün yaratıcısına ve onu nasıl yarattığına ve sonrada direksiz olarak onları nasıl tuttuğuna bakmak gerekir. Bütün yeryüzü bir mesken gökyüzü onun örtüsü gibidir? Süslü yaldızlı ve işlemeli bir köşke giren ona hayran kalır ömrü boyunca ondan bahseder. Oysa Allah’ın bu muntazam evine, bu evin yerine, örtüsüne, havasına içindeki insanı hayrette bırakan süs eşyalarına acayip canlılara çeşitli işlemelerine bakıp hayretler etmek gerekmez mi? Acaba o ev bundan daha mı süslüdür. Tıpkı hükümdarın güzel bir sarayın altında yuva yapan ve yuvadan çıkan karınca gibi karınca ev sahibi ile konuşmaya gücü yetse ancak kendi yiyeceği – içeceğini dile getirirdi. O muntazam saraydan haberi bile olmazdı. İnsanın bütün bunları düşünmesi ve başıboş olarak yaratılmadığını anlaması gerekmez mi?

5-peygamberler
Yolda karşılaşğımız, tanımadığımız çelimsiz bir adam bize ileride yol üzerinde bir tehlikenin varlığından haber verse umursamazlık edemeyiz korkar endişeleniriz. Hâlbuki haber yalanda olabilir.
Oysa Allah’ın varlığını bütün alemin tanıdığı insanlık tarihinin altın simaları olan peygamberler haber veriyor. Peygamberimiz (s.a.v.)'İn ifadesi ile sayıları 124 bini aşkın (s. Taftazani şerhül akaid s. 169) olan binlerce peygamber ittifakla insanlara diyorlar ki : “Allah vardır sizler başıboş değilsiniz. O sizi bir gaye ve vazife için yaratmıştır. O'nu tanımadan ölmeyiniz. Şayet o'na iman etmeden emirlerini dinlemeden ölecek olursanız sonunuz çok acı olacaktır.”
Evet, tanımadığı bir kişinin yalan ihtimali olan ufak bir tehlike haberine inanan insan yalan söylemeleri en küçük bir ihtimalle dahi imkânsız olan 124 bin peygamberin ortak haberine de “şüphesiz" inanmalıdır. Eğer o peygamberler "Allah var” diyorlarsa doğrudur, “ahiret var” diyorlarsa haktır. Ebedi mükâfat ve azap var diyorlarsa gerçektir.

Konu ile ilgili ayetler
Bütün ilahi dinlerin en birinci gayesi tevhittir yani, Allah’ın varlığını ve birliğini ibadet edilmeğe layık tek mabud (ilah) olduğunu bütün insanlara neşretmektir.
Cenabı hakkın biz insanlara göndermiş olduğu en son ve en mükemmel mesajı olan. Kur'an-ı kerim'de de "tevhid” en önemli konuyu teşkil eder. Kur'anı kerim'in hemen her ayeti dolaylı olarak "tevhid" ile ilgilidir. Konusu sadece "tevhid" olan ayetlerin sayısı ise 1 000 den fazladır. Bu ayetlerden bir kaçının meali (anlamı) şöyledir:
—o rabbiniz ki yeryüzünü bir döşek, göğü de yüksek bir (ikamet ve dinlenmeniz için) tavan yaptı. Gökten su indirerek, onunla size rızık olmak üzere (çeşit çeşit) ürünler çıkardı. Öyle ise sizde bile bile Allah’a eş koşmayın. (bakara: 22)
— yeryüzünde birbirine komşu toprak parçaları, tek ve çok köklü üzüm bağları, ekinler hurma ağaçları vardır. Bunların hepsi bir (aynı) su ile sulanır. Fakat şekil ve lezzet bakımından birbirlerinden farklı kılmışızdır. Şüphesiz düşünen için bunda ibretler vardır. (raad: 4)
—göklerin ve yerin yaratılması, ailelerinizin ve renklerinizin değişik olması, o’nun varlığının belgelerindendir. Doğrusu bunda bilenler için dersler vardır.” (Rum: 22)
   - " Allah ki ondan başka ilah yoktur. O daima diri ve (yarattıklarını) koruyup gözetendir. (bakara: 255, ali imran:22)
   —göklerde ve yerde ne varsa hepsi ister istemez. Ona (boyun eğerek) teslim olmuştur. Ona döneceklerdir.” (ali imran: 83)
-“nerde olursanız olun, o sizinle beraberdir.” (hadid:4)

6- kâinatta herşey Allah’ı gösterir
           (kâinatta) hiç bir şey yoktur ki (Allah’ı tanımasın) o’nu övgü ile tespih etmesin (anmasın). (isra: 44)
           Organizmalar, topraktaki maddeler ve suyun belirli bir oranda bileşiminden meydana gelmektedirler.
Bitkiler ve hayvanlar ilme sahip değillerdir. Organizmada yer alan su ve topraktaki hiç bir elementin de ilim ve akla sahip olmadıkları aşikârdır. Yalnız insanlarda ilim tahsil etme ve ilmin ışığında akıl yürütme kabiliyeti vardır.
Ancak şurası kesindir ki bitkiler ve hayvanlar akıl düzenine insanlardan çok daha yakındırlar. Adeta insanlardan daha akıllıca hareket etmektedirler. Kendileri için gerekli ve faydalı düşünce sonucu olmayan pek çok davranışlara doğuştan sahiptirler. Bir kuşun yuvasını niçin kurduğundan haberi kuracağı mevsimi zaman ve zemini (yeri) bilmesi, ördek yavrularına yüzme öğretilmediği halde doğar doğmaz suya girince yüzebilmesi, fare görmemiş bir kedi yavrusunun fareyi görünce hemen saldırması acaba bütün bu hayvanlar aklı olan biz insanların bile birçok eksersiz ve alıştırma sonucu ancak öğrenebileceği harika işleri nereden öğrendi dersiniz?
Şuursuz varlıkların şuurluca işler yapması “içgüdü” kelimesi ile değil “ilahi sevk” ile kendilerini yaratan Allah’ın hayat programlarını da yaratılışları ile birlikte kendilerine verilmesiyle izah edilebilir.
Bu harika işler manasız “içgüdü” kelimesiyle izah edilemez. Çünkü eğer içgüdü bir akıl bir bilinç unsuru ise tavuk niye kendisi tahıl yerken yumurtayı insanlara verir. Yok, eğer “içgüdü” psikolojide tanımlandığı gibi “canlıların her hangi bir davranışı için niçin yaptıklarının esas iç sebebi" ise bu sebeple, şuursuz hayvanların şuurlu davranışlarının ilgisi yoktur.
O halde bu akılsız şuursuz varlıkların şuurluca davranışları yüce allah'ın verdiği "ilahi sevk programı" ile açıklanabilir. İşte bu ilahi sevk programına uymaları sonucunda bu harika davra­nışlar ortaya çıkmaktadır. Bu programla sivrisinek incecik hortumuyla operatör doktor gibi hünerler göstererek hortumunu batırdığı gibi istediği kanı şırınga eder. İpek böceği dut yaprağı yiyerek -renk, koku ve tat olarak- yediği ile hiç ilgisi olmayan aklı olan biz insanların yapamadığı harika ipeği yapar. Japon kelebeği 15 km uzaklıktaki arkadaşını fark eder.
Yine aynı ilahi programla bir günlük bir arı yavrusu havada uçarak binlerce metre uzağa giderken izini kaybetmeden tekrar yuvasına döner. "duyargaları bir kilometredeki bir çiçeğin kokusunu diğer kokularla karıştırmadan mükemmel bir şekilde duyar” (dr. H. Nurbaki zafer dergisi sayı:90 sh. 4) cetvel ve gönyesiz çok hassas mükemmel yüzlerce altıgen petek en usta mimarları kıskandıracak muhteşemliktedir.
Aklı olmayan hayvanların düşünmeden yaptıkları harika işlerin her biri güneş ışığının güneşi göstermesi gibi bunlarda Allah’ın varlığını ve birliğini gösterir. Bakınız bu gerçeği yüce rabbimiz nasıl açıklıyor:
"rabbin bal arısına şöyle vahy etti: dağlardan, ağaçlardan, ağaçlardan hazırlanmış olan çardaklardan göz göz (hak dini kur'an dili c.3 sh. 3108) yuvalar (kovanlar) edin sonra her çeşit meyve (ve çiçeklerin) her birinden yede (rabbin bal yapımında öğrettiği) yollarında boyun eğerek yürü. İşte bunda düşünen her illet için (Allah’ın varlığına) işaretler vardır. “ (nahl suresi 68–93)
Kimyagerleri imrendiren balı, mimarları hayranlığa sevk eden peteği ve daha harikulade birçok işleri bal arıları 5–6 haftalık ömürlerinde nasıl yapmaktadır? Arıların mimarlık ve kimya fakültesinde ilim tahsil etmeleri mümkün olmadığına göre bu hayranlık verici işleri ifade edilen küçücük raporlar halinde anadan yeni doğan yavruya geçmesi için ve bu suretle kısacık ömründe ilahı programa uymak suretiyle akıllara durgunluk verecek faaliyetleri ortaya koymaları ile izah edilebilir.

Tesadüfün imkansızlıgı

      “yoksa onlar kendiliğinden, yaratan olmaksızın mı yaratıldılar veya kendilerinin yaratıcıları yine kendileri midir? Yoksa gökleri ve yeri kendileri mi yarattılar? Hayır onların yakini (düşünceleri) yok.” (tur suresi         35,36)
      Islam tarihindeki şu hadise Kuran’ın delillerinin insan üzerindeki yaptığı tesiri görmek bakımından oldukça enteresandır.
Bedir harbinden sonra müşrik (putperest) esirlerin salıverilmesi konusunda temaslarda bulunmak üzere medine'ye gelen kureyş kabilesinin ileri gelenlerinden cubeyr b. Mutlim (o zamanlar henüz müslüman olma­mışlardı) bir akşam namazında 11 vet-tur suresini okuyan peygamber efendimizi dinler, yukarıda meallerini (tercümesini) verdiğimiz ayetleri duyunca o kadar büyük bir tesir altında kalır ki, kendisi bu hissini daha son­ra “nerede ise kalbim yerinden fırlayacaktı" tarzında ifade etmiştir. Bilahare müslüman olan cubeyri islam’a ısındıran ilk kıvılcım bu ayetler olmuştur, (buhari c.6 sh. 49 müslim c.l sh 338)
      ilim ve düşünce dünyasında tesadüfün imkânsızlığını ispat eden binlerce örnek vardır. Biz bunlardan yaşanmış bir olaya işaret edeceğiz.
Yetmişli yılların başında Fransa da bir lisede şöyle bir olay yaşanır: inançsız bir fizik öğretmeni derslerinde sürekli olarak öğrencilere ".arkadaşlar evrende yer alan gezegenler tesadüfen şimdiki vaziyetlerini almışlardır. Dünyanın güneşe olan uzaklığı tesadüfen olmuştur. Sahip olduğu eğim tesadüfen, kendi kendine olmuştur. Aslında tanrı olmadığı halde biz var olduğunu sanıyoruz." ilerleyen gün ve aylarda dersin konusu ne olursa olsun yeri geldikçe yine bu inançsız düşüncelerini söylemeye devam eder. Günlerden bir gün fransız öğretmen yine ders esnasında bu fikirlerini açıklarken ara sıralarda oturan ali adındaki bir türk çocuğu söz almak üzere elini kaldırır öğretmen tam söz verecek sırada zil çalar.
        öğrenciler teneffüse çıkarlar. İkinci ders yine fiziktir aynı öğretmen gelecektir.
Teneffüste bütün öğrenciler bahçeye çıkarken ali nöbetçi olduğu için sınıfta kalır. Derken yalnız kalan Ali'nin aklına bir resim çizmek gelir. Henüz resmi tamamlamışken birden ders zili çalar. Arkadaşlarının teneffüsten dönerek yerlerine oturduğunu gören ali kendiside apar topar yerine oturur. Bir kaç saniye sonra öğretmen sınıfa girer. Fakat daha sandalyesine oturmadan tahtadaki resim dikkatini çeker. Tahtada da bir merkep resmi vardır. Öğretmen öğrencilere dönerek" bu resmi kim çizdi diye sorar. Sınıftan ses çıkmayınca sorusunu tekrarlar.
“-arkadaşlar bu resmi kim çizdi ?"
         Sınıfta alabildiğine bir sessizlik hakimdir. Üçüncü defa sesini biraz daha yükselterek kızgın bir eda ile "bu resmi kim çizdi diye" sorar.
Öğrenciler işin ciddiyetini anlayınca biraz korkarak gözlerini birbirlerine sonrada Ali’nin bulunduğu sıraya çevirirler. Vaziyetin iyi olmağını anlayan Ali titrek parmağını kaldırarak söz ister. Öğretmen bağırmaklı bir ses ile
-"söyle bakalım resmi kim çizdi” der Ali ayağa kalkarak
—efendim teneffüste bütün arkadaşlar bahçeye çıkmışlardı. Ben nöbetçi olduğum için sınıfta yalnız başıma kaldım. Birden tebeşirin kendi kendine yerinden kalktığını gördüm. Önce hayvanın kuyruğunu çizdi. Sonra sırtını, sonra başını, sonra ön ayaklarını daha sonra o hani kuyruğundan başlamıştı ya, işte onu tamamlamak üzereydi zil çaldı ve hemen kendi ken­dine yerine oturdu.
         öğretmen son derece hiddetlenerek
—ulan salak çocuk sen beni aptal mı sanıyorsun? Hiç tebeşir kendi kendine eşek resmi çizer mi? Ben sana ne yapacağımı biliyorum. O'nu sen çizdin değil mi?
Ali öğretmenin sözünü tamamlamasını beklemeden:
—hayır hocam. Ben sizi değil asıl siz beni ve bu sınıfta bulunan hepimizi aptal yerine koyuyor dersimize geldiğiniz 4 aydan beri hemen her derste evrendeki her şeyin tesadüfen kendi kendine olduğunu söylüyorsunuz. Peki, bir merkep resmi dahi kendi kendine çizilmezse mükemmel yapıdaki can­lı varlıklar ve insan nasıl kendi kendine tesadüfen var olabiliyor? Cansız merkep resminin bir çizeni, ressamı olurda canlı eşeğin yapanı olmaz mı?
Öğretmen böyle bir tepki ile karşılaşacağını hiç tahmin etmemişti. Aliye verilecek cevabı da yoktu. Yüzünün kızardığını hissettirmemek için gülümsemeye çalıştı. Sonrada teneffüs zili çalmadan sınıfı terk etti. O günden sonrada bu inançsız sözleri bırakarak bir daha ağzına almadı.
Evet “imkânsızlık yolu üzerinden yürümek buzlar üzerinde yürümekten daha zor, daha tehlikelidir. İnançsızların Allah inancı karşısında getirdikleri alternatif bir inançları yoktur. Tesadüfîn hiçbir akli dayanağı yoktur. Bir binayı meydana getiren demir, kum, çimento, tuğla v.b. Yapı malzemeleri inşaat alanında senelerce beklese kendiliğinden veya tesadüfen binayı oluşturduğu görülmemiştir.
Yine okuma yazma bilmeyen 5 yaşındaki bir çocuğu veya maymunu daktilo tuşları önüne oturtunuz. Saatlerce tuşları vursun (sır james - the mysterious universe sh. 3 terc. S. Eroz) acaba istiklal marşının bir satırını bırakın satırı bir kelimesini yazabilir mi? Evet değil bir satırını 8 harften oluşan "istiklal" kelimesini bile yazamaz. Çünkü “istiklal” kelimesi anlamlı her kelime gibi bir mana ifade ediyor. Bu anlam ise ancak harflerin belli bir düzenle dizilişi sonucunda orta­ya çıkıyor. Yani 29 harf içerisinden “i” harfi seçilerek başa yazılacak “s” harfi seçilerek ikinci sıraya “t” harfi seçilerek üçüncü sıraya... Gibi. Ancak bu harfleri ve diziliş sıralarını bilen akıl sahibi biri yazabilir. Zira daha önce gördüğümüz gibi anlamlı bir kelime veya şiir an­cak harflerin okuryazar biri tarafından ahenkli bir biçimde dizilişi ile ortaya çıkar.
İnsanı da bir "şiir" organlarımızı “kelime” vücudumuzun hücre ve elementlerini de “harf” kabul edemez miyiz? Zaten insanda elementlerin belli cins ve miktarda birleşmesinden meydana gelmiyor mu?
Kimya dersinden hatırladığınız gibi evrende serbest halde 104 element bulunuyor. Kâinatta bulunan canlı cansız her şey bu elementlerden meydana geliyor. Biz insanlar ise yediğimiz gıdalar sonucu bu elementleri alıyoruz. Yani bütün organlarımız bu gıdalarla beslenmekte yenilenmektedir. Yine bu gıdalarla vücudumuz gelişmekte saç ve tırnaklarımız uzamaktadır. Başka bir deyişle ağız yoluyla aldığımız gıdalar ve su vücudumuzda ete, kemiğe, saça, tırnağa dönüşerek organlarımız yenilenmektedir.
Mesela: akşam yemeğinde bulgur pilavı, salata ve elma yiyerek su içen bir öğrenci bir süre sonra yatıp uyumaktadır. Uykuda iken aldığı besinler kendisinden habersiz olarak midesinde öğütülecek daha sonrada öğütülen besinlerdeki çeşitli elementler vitaminler ilgili organlara gönderilecektir.
Peki, burada biraz durup düşünelim midede öğütülen besinlerdeki elementler vücudumuzun neresine ne miktarda gideceğini nasıl bir görev yapacaklarını nereden biliyorlar? Örneğin kalsiyum elementi kemik dokularımıza gitmesi gerek bu element yolunu şaşırıp ta gözlerimize gidecek olsaydı bazılarımız sabahleyin kalktığımızda gözleri kemikleşmiş olabilirdi. Yine saç dokusuna gidecek elementler şaşırıp da alnımıza gidebilir", alnımızda saç çıkabilirdi. Elementlerin yollarını şaşırmamaları yanında ne miktarda gideceklerini de bilmeleri gerekir. İkisi de kıldan yapıldığı halde saçımız uzarken, kaşımız uzamıyor. Belli bir yaştan sonra kemiklerimiz büyümezken tırnaklarımız büyüyor. Acaba akılsız şuursuz elementler vücudumuz içerisinde gidecekleri yerleri ve oranı nereden bi­liyorlar?
İşte aklı olmayan elementlerin aklı olan insanların bile yapamadıkları son derece harika işler yapmaları o elementlerin sahipsiz olmadıklarının kendi hesaplarına değil kudreti sonsuz rablerinin emri ile hareket ettiklerini gösterir.
Nasıl ki yazan olmaksızın yazı olmazsa elementlerinde sevk eden görevlerini programlayan bir allah olmazsa onlar kendiliğinden hiç bir şey yapamazlar. Demek ki kâinatta hiç bir şey tesadüfen var olmayacağı gibi, insanda tesadüfen yaratılmış olamaz. Harflerin bir sıra ve ahenkle dizilişi gibi organlarımızı da bir intizamla yerleştiren vardır. Eğer öyle olmasa idi organlarımız şimdiki gibi hep aynı yerde muntazam olmaz bazılarımızın gözleri tepesinde kulakları koltuklarının altında olabilirdi. Büyük düşünür sokrat’ın dediği gibi “eğer biz sonsuz bir kudretin eseri olmasaydık, ağzımız besinlerin çıkış noktasına yakın olabilirdi.” (zafer ilim araştırma dergisi 1983 yılı sayı 80)
Bizleri uyurken bile irademiz dışında, sonsuz merhameti ile yaşatan, aklı olmayan elementleri yaşayabilmemiz için “programlayarak” hizmetimize koşturan rabbimizi tanımalı, o’na emrimize verdiği hücreleri adedince şükretmeliyiz.

Allah'ın birliği

"(ey resulüm) de ki: Allah birdir. " (ihlâs: 1)
"eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilahlar olsaydı, yerin de göğünde nizamı bozulur harap olurdu. (enbiya: 22)
Cenab-ı hakkın varlığı ne derece açık ve kesin ise o'nun birliği de o derece kat'idir. Zira şu kâinatın sahibi ve yaratıcısı ancak "bir" olabilir.
Çünkü idarecilik ve amirlik tek olmayı ister, tek olmayı gerek­tirir. Ortaklığı reddeder. Bir okulda iki müdür, bir köyde iki muhtar, bir şehirde iki vali bulunmaz. Eğer bulunsa idi dirlik ve düzen olmazdı. Biri böyle isterken diğeri başka türlü ister, anlaşmazlık çıkardı. Aynı bunun gibi şu kâinata idare eden zat'ında tek ve bir olması zorunlu­dur. Şeriki ve ortağı olamaz.
Bizler bazen trenlerin çarpışğını duyuyoruz. Bunun sebebi hareket memurlarının farklı oluşudur. Her iki trende aynı zattan hareket emri alsalar çarpışma olmayacaktır. Aynı şekilde otobüslerin çarpışması da farklı kimseler tarafından idare edilmesi, uçak kazalarına ise pilotların farlılığı sebep olmaktadır.
Şu kâinatta, gökyüzü trafiğinde hiç bir trafik kazası olmuyor. Hâlbuki onların hacimleri uçaklardan daha büyük olduğu gibi süratleri de jetlerimizden daha fazladır. Demek oluyor ki onların hepsi aynı zat'tan emir alıyorlar ve tek bir Allah’ın idaresi altındalar.
Evet, bu kâinatı mükemmel bir intizam ve ölçü ile yaratıp idare eden zat'ın bir olması, atomlardan güneş sistemlerine kadar yalnız onun hükmetmesi zorunludur. Zira bütün kâinata hükmedemeyen bir zat bir atomu yerli yerinde yaratamaz. Bütün evrene sözü geçmeyen birisi bir kelebeğe hükmedemez. Onun yaşamasını sağlayamaz. Çünkü bir kelebeğin bütün kâinatla ilişkisi vardır.
Örneğin: bir kelebeğin hayatı için hava su ve güneş lazımdır. Atmosfer lazımdır. Yerçekimi lazımdır. Hatta top yekûn kâinat lazımdır. Demek ki bütün kâinata hükmedemeyen bir ilah kelebeğe hayat veremez, atmosfere sözü geçmeyen zat onu havada uçuramaz. Çünkü evrende her varlığın bütün kâinatla ilişkisi vardır. Her varlık bütün kâinata muhtaçtır. Ş15-          Normal insan vücudundaki elektrik 25 w'lık bir lambayı dakikalarca yakabilir. (ama hikmete bakın ki bizi yakmıyor.)
16-          şeriki ve ortağı yoktur.     

Allah'ı neden göremiyoruz?

Bazı hastalıklı fikirler vardır ki üstün körü bakılırsa sıhhatine bir ihtimal verilebilir. Fakat inceden inceye tetkik edildiğinde sıhhat ihtimali ortadan kalkar, sağlıksız olduğu kesinleşir. Tarihin derinliklerinden gelen milattan önceki devir filozofları tarafından ortaya atılan hasta düşüncelerden biride “görmediğim şeye inanmam" cümlesinde aksetmektedir. Sayıları fazla olmasa da eski çağ insanlarının böyle bir düşünceye sahip olmaları bir derece normal karşılanabilir. Fakat ilim ve fennin zirvesine tırmandığı günümüzde böyle bir iddia ile ortaya çıkıldığını görmek hem gülünç hem de acıdır. Gülünçtür çünkü her an için insanın görmediği şeyler gördüklerinden fazladır. Acıdır çünkü: görmediği şeye inanmam cümlesi ilimden zerre kadar nasibi olmayan zavallı bir düşüncenin mahsulüdür. Bu düşüncenin gülünç olduğu gibi hiç bir ilmi ve mantıki dayanağı olmadığını birlikte görelim.

1) gözle görmemek olmadıgına delil olmaz

      bir varlığın biyolojik gözle görülmemesi onun yok olduğuna delil de­ğildir. Nitekim ses, ısı, elektrik, yer çekimi, vicdan, sevgi... Gibi varlığını bilimsel olarak kabul ettiğimiz halde göremediğimiz binlerce şey vardır. Asrımızda biri elektriğe inanmıyorum çünkü onu görmüyorum dese sadece gülünmez aklından da şüphe edilir.
Hiç kimse annesini kaç metre veya kaç kg sevdiğini gösteremez birim olarak ispat edemez. Fakat bunu gösterememesi sevmediğini yada sevgi hissinin olmadığını göstermez. Yine kime “vicdansız” deseniz hakaret kabul eder. Hâlbuki vicdan denilen şey de maddi birimlerle ölçülemez.
Demek ki insan sadece maddi gözle gördüklerine inanmıyor, görmediği halde inandığı şeyler, belki gördüklerinden daha fazladır.
O halde yüce Allah’ın da bu alemde biyolojik gözle görülmemesi o'nun varlığı hakkında bizleri şüpheye düşürmez. Cenab-ı hak isim ve sıfatı ile yaratmış olduğu her eserin arkasında manen vardır akıl gözüyle görünür.

2) göz, eşyayı görmede mutlak ölçü değildir       

      Göz sadece kızıl ile mor arasında düşen dar bir yayılma şeridine karşı hassastır. Bu şeridin dışında kalan ışık "görülmeyen ışık" olarak isimlendirilir. Görülebilen ışık ile görülemeyen ışık arasındaki bütün ayrımı yapan santimetrenin yüz binde bir kaçı değerindeki dalga uzunluğudur. Kızıl ışığın boyu 0,0007 cm mor ışığınki 0,0004 cm’dir.
Hâlbuki güneş başka ışınlarda yayar. Mesela 0,00009 ila 0,032 dalga uzunluğundaki kızıl ötesi ışınları gözün hissedemeyeceği uzunluklardandır. Fakat deri onların etkisini sıcaklık olarak duyar.
    bir kimseye "radyoya bak haberlerde ne var" şeklinde bir soru sorulsa adam radyonun yüzüne bakmayacak düğmesini açacaktır. Bu adam gözüyle göremediğine inanmayan bir cahil olsa haberleri inkâr etmesi lazım gelir.  Çünkü sesi görememektedir. Sesi gören göz değil kulaktır.
Diğer taraftan birisine çorbanın tadına bakması söylendiğinde bu şahıs görmediği şeye inanmama saçmalığı ile başını çorbaya batırıp gözleri ile tat arasa gülünç olmakla birlikte gözlerini kör edecektir. Buradaki bak emri tat manasınadır. Aynı şekilde bir şeyin kokusunu bakarken gözümüzü değil burnumuzu kullanıyoruz. ...v.b.
Yine şahsa Edirne’deki meşhur Selimiye Camii gösterilse buradaki mi­marlık sanatına bak şahıs gözünün görmediğine inanmayan cinsten biri ise bu sanatı inkâr edecektir. Çünkü göz sadece taşı görür sanatı görmez. Selimiye camiindeki mimarlık sanatı gözle görülemeyeceği gibi selimiye’nin bir ustası olduğu gerçeği de gözle görülmez bu vazife aklındır.
Selimiye camiinin kubbesinin bir mimarı olduğunu açıkça gören akıl. Ondan çok daha açık ve kesin bir şekilde bu gök kubbenin bir mimarı olduğunu görecektir.
Evet, akıl Selimiye’nin ustası olarak Mimar Sinan’ı kabul etmezse caminin her taşını Mimar Sinan kadar aklı ve mimarlık bilgisi olduğunu kabul etmek durumunda kalacaktır.
Bir harfin yazansız bir binanın ustasız olmayacağını gören insan kendisinin de yaratansız olmayacağını yine aklıyla görür. Bunun içindir ki imam-ı azam gibi birçok islam alimleri peygamber gönderilmese bile Allah’ı akıl ile bulmak herkese farzdır. (imam-ı azam fıkh-ı ekber. Aliyyul-kari şerhi. Terc: f. Yavuz sf. 365–66)
Şu halde gözümün görmediğini inanmam diyenler aklın görevini göze yükleme hatasına düşerek gülünç oluyorlar. Hâlbuki allah'ı gören göz kafa gözü değil akıl gözüdür. Kalp gözüdür.
Albert eistein'ın dediği gibi: “rabbimizi elbette göremiyoruz. Çünkü sonsuz boyutları bilemiyoruz. Ancak o'nun varlığı muhakkaktır ve bizleri bir vazife ile yaratmıştır.” (zafer ilim araştırma dergisi 1985 yılı sayı 80)

3) Allah yarattığı madde veya cisim cinsinden değildir

Allah'ın görülmesi ve benzer konulardaki inanca dair sorular genellikle Allah’ın sıfatlarını (özellik ve niteliklerini) bilmemeden kaynaklanıyor. Bu bilgisizlikle insan yaratıcının sıfatlarını kendi özellikleriyle kıyaslayarak büyük bir hataya düşüyor.
Muhalefetin lil-havadisi cenab-ı hakkın tenzini ve selbi sıfatlarından birisidir. Allah’ın bu sıfatlarının kısaca anlamı şudur: cenab-ı hak sonradan var olan varlıkları benzemez. Allah’ın ne zatında nede sıfatında (özellikleriyle) kendi yarattığı varlıklara benzemez.( ilmi kelam sf.185-8b islam ilmihali sh. 50) o'nun benzeri yoktur.(şura suresi 11) o yarattıkları cinsinden değildir.
Bir marangozun tahtaya veya masaya benzemediği gibi bir ustada yaptığı eseri cinsinden olamaz. Aynen bunun gibi -canlı cansız her maddesiyle bu kâinatı yaratan allah da evrende bulunan hiç bir şeye benzemez evrende ki hiç bir varlık cinsinden olamaz. Hâlbuki bizim düşüneceğimiz her şey maddidir ve mutlaka kâinattaki bir şeye benzeyecektir. Oysa peygamberin (s.a.v.) Buyurduğu gibi Allah aklımıza gelen ve düşünebileceğimiz her şeyden başkadır. (ilmi kelam sf. 186)
O halde bizler de Allah’ın ezeli ve sonsuz sıfatlarını kendi sınırlı özelliklerimizle kıyaslayarak hataya düşmemeliyiz.

4) Allah’ın zatını ve mahiyetini kavramamız mümkün müdür?

İnsanın Allaha Teâlâ’nın zatını bu dünyada görülebilmesi mümkün olmadı­ğı gibi gerçek mahiyetini kavrayabilmesi de imkânsızdır. Çünkü insan aklı ve duyguları sınırlıdır. Allah'ın hudutsuz mahiyetini kavramaya müsait değildir.
Fakat mahlûkata bakıp o'nun varlığını ve birliğini anlamaya sonsuz kudretini ve diğer sıfat ve isimleri bilmeye güç yetirebilir.
Bunun içindir ki Allaha Teâlâ bizi zatını mahiyetini düşünmekten men etmiştir. Sadece kendisinin varlığını ve birliğini bilmemizi isim ve sıfatlarını emretmiştir. Bu konuda
Peygamberimizin (s.a.v.) hadisi enteresandır.
“Allah’ın varlığını birliğini anlamak için göklere bakın yere bakın kendi nefsinize bakın ve bütün bunların yaratılışındaki akıllara hayret veren inceliklere bakın kendiliğinden olmayacağını düşünün çünkü bunlar Allah’ın zatını mahiyetini (içeriğini) düşünmeyin Allah acaba şöyle midir böyle midir? O'nun görmesi işitmesi nasıldır? Diye düşünmeye kalkışmayınız. Zira buna kudretiniz yetmez. Ne kadar çalışsanız da bunu hakkıyla bilemezsiniz, şaşırırsınız, bilgi ve idrak gücünüz buna yetmez.” (ahmet bin hanbelî müsned c.x sf. 107)
      aslında biraz düşünecek olursak allah'ın zat ve mahiyetini kavramamızın olmayacağını aklen bile ayırabiliriz.
      bir insanın mağarada doğup büyüdüğünü hiç ışık görmediğini düşününüz. Kendisinin bir gün sabahın erken saatinde ve daha güneş doğmadan dünya yü­züne çıkarıldığını farz ediniz. Her tarafı dolduran ışıktan derhal kama­şan bu şansa bu ışığın bir güneşten geldiği söylense o adam güneşi fazlasıyla merak edecek ve onu tanımaya çalışacaktır.
Şimdi bu adamın hayalinde nasıl canlandırırsa canlandırsın güneşi katiyen anlayamayacaktır ve her defasında güneş yerine başka şeyler hayal edeceği aşikârdır. Güneşi etrafında gördüğü şeylere kıyas edeceğinden yapacağı her kıyas yanlış olacak ve isabet kaydedecektir.
Güneşe inanmak o adam için imanın bir şartı olsa o güneşi her nasıl tasavvur ederse etsin her halükarda şirke düşecektir o'nun yapacağı tek şey ışığın bir güneşten geldiğini fakat o güneşin mahiyetini bilemeyeceğini idrak etmektir zaten ondan istenen imanda bundan ibarettir.
Örnekteki adamın güneşi anlayamaması gibi her bir insanda kendi beden memleketini idare eden ve ruh denilen sultanın mahiyetini bilmemektedir. Bizler ve bedenimizin ruhla ayakta durmasını onun bu bedenden ayrılması halinde bu binanım yıkılacağını ve sultanın göz penceresiyle seyrettiğini kulak cihazıyla sesler alemine temaşa ettiğini, dil terazisi ile de bütün tatları tattığını bildiğimiz halde ruhun mahiyetini bilemiyoruz.
Onun mahiyeti hakkında ne söylersek gerçeğe aykırı olacağı gibi ruhun zatını her ne tarzda hayal ve tasavvur etsek onun hakkında yanlışğa düşş olacağız.
İşte görmediği bir güneşin zatını anlamaktan aciz ve kendi ruhunun mahiyetini bilmekten uzak olan insanın zaman ve mekânla kayıtlı olmayan umum alemlerin rabbini zatıyla anlamaya çalışmasının ne kadar manasız ve imkânsız olduğunu kıyas ediniz.

5) herkes Allah’ı görseydi imtihanın sırrı bozulurdu

Kur'anı kerimde hanginizin daha iyi amel (güzel iş) yapacağını dene­mek için ölümü ve hayatı yarattı (2) buyrulmaktadır.
İnsanlar cenab-ı hak tarafından hayır ve şer ile imtihan edilmek üzere yaratılmış bu aleme gönderilmiştir. Bu imtihanın konusu Allah’ı iman ile tanıyarak emirleri doğrultusunda yaşamak şeklinde özetlenebilir. İnsanlar dünya misafir hanesinde rablerini tanıyarak o'nun emirleri doğrultusunda hareket ettikleri takdirde bu ilahi imtihanı kazanarak cennete layık bir değer kazanacak duruma gelecek yok eğer yaratanını tanımadan yaşayıp ölürse imtihanı kaybederek cehenneme ehil (layık) bir duruma gelecekti.
İşte bu ilahi imtihanın esas konusu olan "allah'ın varlığı” meselesi de imtihan sırrı gereğince rabbimiz tarafından tam aşikâr edilmemiş yarı gizili tutulmuştur yoksa allah kendi varlığını ve adını gökyüzüne yıldızlarla yazabilirdi. O'nun çamur yiyen ağaçtan meyve çıkartan sonsuz kudretine bu iş hiç de ağır gelmez. Fakat o zaman imtihanın özelliği kalamazdı, sırrı kaybolurdu. Yani küfrün, inkârın zirvesindeki kömür ruhlu Ebu ceyhil ile imanın zirvesindeki elmas ruhlu hz ebu bekir (r.a.) bir olurdu. İkisi aynı değerde kalırdı. Bu ise açık bir adaletsizlik olurdu. İmtihanı kazanana mükâfat kaybedene ceza verilmesi anlamsız olurdu çünkü adeta irademiz bağlanmış olarak herkes inanmak mecburiyetinde kalır, imtihanı kaybeden kimse olmazdı. Bu ise cenab-ı hakkın adaletine uymayacağı için, Allah imtihanın sırrı hikmetine binaen mevcudiyetini yarı gizli tutmuştur.
           Böylece Allah kendisine arayana, düşünene, tefekkür edene görünüyor düşünmeyene, aramayana, görünmüyor, meçhul kalıyordu.

Bunları biliyor musunuz?

1- vücudumuz

1-    Karaciğerin 450 den fazla görevi olduğunu.
2-      Kalbin hacmimin bir yumruğu geçmemekle beraber 24 saatte sarf ettiği enerjinin normal bir adamı 1500 metreye kaldırabilecek kadar olduğunu ve bir ömürde bunun 15 bin km yükseklik olduğunu.
3-      İnsanın sinir hücrelerini uç uca koyduğumuzda 480 bin km damarları uç uca koyduğumuzda 100 bin mil (160 bin km) (bu uzunluk dünyayı 4 defa saracak kadardır) damarları sinirleri karışıklığa meydan vermeden vücudumuza yerleştiren kim?
4-      Bir insan ortalama 60 trilyon hücre her hücrede bir milyona yakın protein her proteinde ortalama 8 bin amino asit bileşiği yine her proteinde, 40 bin atom vardır. (bu kadar hücreyi vücuda yerleştiren kim)
5-  Her nefes alışımızda hem kanımız temizleniyor, hem vücut sıcaklığımız sağlanıyor hem kirli hava dışarı veriliyor bu kirli hava dışarı verilirken israf olmuyor aynı zamanda konuşmada kullanılıyor... Hem de kanda özümlenen oksijenin % 20 si beyne gidiyor gitmese beyin hücreleri mahvolurdu
6-  Vücudumuzda 1 kalıp sabun yapacak kadar yağ orta boyda bir çivi yapacak kadar demir bir kahve fincanını dolduracak kadar şeker bir tavuk kümesi­ni badanalayacak kadar kireç 290 kibrit yakacak kadar fosfor ufak bir topun altına yetecek barut için potasyum bulunmaktadır... (madde itibariyle bu kadar ucuz olan insanı dünyanın en kıymetli varlığı yapan kim? )
7-  Vücut ağırlığının %5-10'unu oluşturan kanın 50den fazla görevi olduğu tespit edilmiştir. (ne harika sıvı?) Yaklaşık her 5 dakikada vücuttaki kanın tamamı böbrekler vasıtası ile süzülmektedir. Bir böbrekte bir milyon nefron (süzme kanalı) mevcuttur...
8-  1200-1400 gr.. Ağırlığında olan insan beyninin hücreleri arasında milyarlarca bağlantı kurulmuştur. (bu bağlantıları kuran kim ?)
9-  Vücut ısımızı en ideal dengeli sıcaklık olan 37 derecede ayarlayan ve        muhafaza eden kim?
10-          Sinirler vücudun bütün yüzeyinde bulunur. Bazı yerlerinde daha fazla olur. Onun için buralara dokulunca karşıdaki gıdıklanır.
11-           Hz..adem'den günümüze kadar yaşamış hiçbir insanın parmak izi diğerine benzemez (bu ne sanattır. )
12-          Ağzımıza ve boğazımıza 300 adet tat, alma organı yerleştirilmiştir. (yerleştiren kim ?)
13-          İnsan aksırınca burnumuzun hava giren kısmındaki tahriş edici bakterileri dışarı atar. Aksırma isteğimiz dışında otomatik yapılır. Aksırırken ağız ve burundan çıkan zerrelerin saatteki hızı 165 km.dir süratle mikrop saçılabilir. Onun için elimizi ağzımıza götürüp kapatmalıyız. (aksırmada bile ne sırlar gizli ...)
14-          Kalbimiz normal olarak dakikada 70–72 defa atar. 70 yaşındaki insan kalbi 2500 milyon defa atmış bu süre içerisinde 167 561 600 000 kg kan damarlarına pompalamıştır.
15-          Normal insan vücudundaki elektrik 25 w'lık bir lambayı dakikalarca yakabilir. (ama hikmete bakın ki bizi yakmıyor.)
16-          Esmerlerde 120 000 sarışınlarda 140 000 saç teli vardır. Her geçen gün başımızdan 50–60 arasında saç kopar ve aynı sayıda yenileri çıkar.
17-          Sadece 1 dakika içinde 1025 cm3 lük havayı içimize çekeriz. Yine bir dakikada 4 kg’a yakın vücudumuzda devrederiz.
18-          Tırnaklarımız bir yılda 3,75 cm uzar
2- kâinat:
19-          Yeryüzünün kalınlığı bir kaç ayak daha kalın olsaydı karbondioksit oksijeni emerdi ve hayat olmazdı. (bu dengeyi sağlayan kim ?)
20-         Atmosfer tabakası şimdikinden daha ince olsaydı meteorlarla delik teşvik olurdu.
21-          Havadaki oksijen % 21 yerine %50 veya daha fazla olsaydı yanmaya müsait her şey bir şimşek çakmasıyla yanabilirdi.
22-         Suları tatlı olsaydı denizler ve okyanuslar kokar bu koku yüzünden dünyada hayata yer kalmazdı. (tuz kokuşma ve bozuşmayı önler.)
23-         Çekim kanunları olmasıydı atom parçaları nereden bulunacaktı.
24-         Isı kanunu var olmasaydı yeryüzü soğumayacak ve yaşamaya elverişli hale gelmeyecekti. (ısı kanununu koyan kim ?)
25-         Havadaki, her elektriklenmede (yıldırım ve şimşek çakması)başımıza yağmur yerine kezzap yağması içten bile değildir. Atmosferin % 80’ini teşkil eden azot gazi yıldırım ve şimşek tesiriyle oksijenle birleşir. Bu oksitlenme sonucu nitratların meydana gelmesine yarayan azot oksit­ler oluşuru böylece her oksitlenmede nitrik asit yağabilir. Fakat şimşek çakıyor damla damla rahmet yağıyor. (niçin kim ayarlıyor?)
26-         Normal bir kar fırtınasında 100 milyon kar tanesi düşğü halde hiçbirinin şekil, deseni diğerine benzemez. (ne harika sanat değil mi? )
3- hayvanlar alemi
27-         Sinekler devamlı üreme imkânı bulsalardı nisandan ağustos sonuna kadar (3 ay) bir çift karasinek 191 000 000 000 000 000 000 (19lx1018 ) kadar üreyebilirlerdi. O zaman dünya sineklerle kaplanırdı. (bu dengeyi ayarlayan kim ?)
28-         Ateş böceğinin kanında 5 çeşit kimyevi madde yerleştirilmiştir. Dışarıdan gelen oksijenle reaksiyona girince ışık meydana gelir. (bu 5 maddeyi kim yerleştirdi?)
29-         Kedigözü ana yapısı itibariyle bizimkiyle aynı olduğu halde küçük bir farktan (tabaka)dolayı görme kabiliyeti bizden yedi defa yüksektir.
30-         Afrika çekirgesi düşmanına bolca kimyevi bir köpük fışkırtır. (nereden buluyor ?)
31-          Bir cins hamam böceği düşmanına arkasına dönüyor 100oc sıcaklığı bulunan bir sıvı fışkırtıyor. Nasıl oluyor da bu sıvı kendisini yakmıyor?
32-         Mürekkep balıkları 300–350 volt elektrik yüküne sahiptir. Bu elektrik atı devirir insanı bayıltır hatta öldürür.(bu elektrik santralini ona kim taktı ?)
33-         Kelebeğin ağzı yoktur. Ayakları ile tat alır. İnce hortumuyla beslenir. Aslında halter şampiyonu karıncadır. Öyle kuvvetli çenesi vardır ki e kendi ağırlığının 50 katını kaldırır. İnsanda öyle kuvvetli olsaydı dişiyle 4 tonu taşıyabilirdi.
34-         Sıçrama rekortmeni piredir. Her sıçrayışta kendi boyunun 50 misli ileriye atlayabilir. İnsanda böyle sıçrayabilseydi her sıçrayışta 100 metre ileriye sıçrayacaktı.
35-         Boa yılanı ailesine mensub bazı dev yılanlar (5m) bir domuzu hatta bir geyiği bile bütün olarak yutabilirler.
36-         Yavru saloman balığı yıllarca denizden kaldıktan sonra kendi vatanı olan nehre döner. Hem de doğduğu ırmağın denize döküldüğü kıyıya başka yere koysanız yanlış yerde olduğunu anlayıp yine aynı yere gelir.
37-         Dünyamızda 40 000 000 000 000 000 000 000 000 (4x1025 )adet deniz solucanı yaşamaktadır. Acaba bu kadar solucanı iç organlarından dış görünüşüne kadar birbirine benzeten kim?
38-         Kuşlara çeşit çeşit yuva yapmayı öğreten kim?
4- ek :
39-         Güneşimiz gibi tam yüz milyar tane güneş bir arada bir samanyolu içerisinde bulunuyor. Yüz milyar güneşten (yıldızdan) oluşmuş gök adasına galaksi denir. Bizim galaksimizin adı Samanyolu (Kehkeşan) dır. İki, güneş arası uzaklık roket hızıyla 45 bin yıldır.
40-         Güneşteki reaksiyonlarda dört hidrojen atomu birleşerek bir helyum atomunu meydana getirir ve bu yolla saniyede 564 milyon ton hidrojen 565 milyon ton helyuma döner aradaki fark ise etrafa yayılmakta ve bu sayede güneş muhteşem bir soba vazifesini görmektedir.
41-          Işık hızı: Allah katında bir kozmik gün bizim bin yılımıza eş değerdir. Yaklaşık 8 ay yol almamıza karşılık öte tarafta bir saniye geçmektedir. 0radaki bir hız ışık-hızının otuz altı bin katı olacaktır. Saniyede 100 milyar km bir hızla dünyanın çevresini bir saniyede 3 milyon defa döner. On yıl boyunca ışık hızına yakın bir hızla uzaya gidip geri dönelim döndüğümüzde dünyada 140 yıl geçtiğini göreceğiz yani torunlarımızın uygarlığıyla karşılaşacağız.
42-         Bir insanda 60-100 trilyon hücre her hücrede bir milyona yakın protein her proteinde sekiz bin amino asit bileşiği her bileşik element (karbon oksijen hidrojen azot kükürt) ten her protein de 40 bin atomdan oluşur.
43-         Dünyanın yaşı 5 milyar yıldır. 5milyar insan yeryüzünde yaşamaktadır. Şu anda dünyada bu nüfusun 10 katına besleyecek kadar gıda vardır. Fakat batı dünyası kendisine yetecek gıdanın 10 katına elinde bulundurmakta Afrika’da da insanlar açlıktan ölmektedir.
44-         75 yıl yaşayan bir insan hayatında toplam
50 ton           yemek yiyor
20 ton           ter
140 ton          su içiyor
50 ton           tükürük
130 bin km    yol yürüyor
70 ton           idrar
90 milyon     kelime konuşuyor
80 ton           şkı çıkarıyor
18 yıl            ayakta duruyor
26 yıl            uyumakla geçiriyor
300 ton         kaldırıyor
105gün          suda kalıyor